11 Şubat 2020 Salı

Yeni Savaş Uçağı Program Önerisi 2 - Harrier’i Diriltmek



Ülkemizin yakın gelecekte sıkıntıya yol açması muhtemel olan savaş uçağı eksikliğini gidermeye yönelik, oldukça farklı bir alternatifle karşınızdayım. Retroproduction, Reproduction ya da farklı şekilde tanımlayabilirsiniz ama acaba üretimden kalkmış ama kendini ispatlamış güvenilir bir eski platformu, modern çağa uygun alt sistemlerle donatarak tekrar üretim hattı açmak mantıklı olabilir mi? Hele ki bu platformun doldurduğu alan, yeni nesil başka bir savaş uçağı tarafından doldurulmamışsa ve hala boşsa? Gelin bu hususta birlikte zihinsel bir mesai harcayalım.


Savaş alanına dâhil olduğundan beri uçakların en büyük bağımlılıklarından biri, daima iniş kalkış yapabilecekleri pistler olmuştur. Bu pist gereksinimi nedeniyle hava üsleri planlanmış ve inşa edilmiştir. Hava kuvvetleri bu üs yapılanmaları çerçevesinde şekillenmiş, zaman içinde kendisine özgü bir kültür oluşmuştur. 1. Dünya savaşının çok kanatlılarından, gelişmiş içten yanmalı motorlarla 2. Dünya savaşı pervanelilerine, oradan jet çağına geçiş yapsa da, yapısal, elektroniksel, konseptsel tüm değişimlere rağmen, pistler hep hayatımızda var olagelmişlerdir.

Elbette teknolojik gelişmenin paralelinde bu bağımlılıktan kurtulma yolları da aranmaya başlamıştır. Özellikle soğuk savaş dönemi Almanya’sı, yanı başındaki ezici Sovyet kuvvetlerinin hava tehdidi altında, pistlere bağımlı olmadan operasyon icra etmek için birçok araştırma projesine başlamıştı. Elbette bu ihtiyaç birçok diğer devletin de gündemindeydi.  Fakat teknolojik altyapı açısından yeterlilik ve yenilikçi düşünme kapasitesini birlikte taşıyabilen ülke adedi oldukça sınırlıydı. Savaş yorgunu Almanya bu hususta başarılı bir ürün ortaya koyamadı. Fakat eskisi kadar güçlü olmasalar da, donanma kuvvetine hala büyük önem veren İngilizler, hayallerindeki küçük uçak gemilerinden harekât icra edebilecek savaş uçaklarını hayata geçirebildiler. Bu tayyare STOVL sınıfının öncüsü Harrier idi.

STOVL şu anlama gelir: Short Take Off and Vertical Landing. Yani kısacık pistlerden kalkabilen ve helikopter gibi dikine iniş yapabilen savaş uçağı. (VTOL olarak nitelendirmemeyi tercih ediyorum. Çünkü gerçek hayatta savaş yükü taşıyarak ve yakıt dolu havalanması gerekiyor.) Bunu mümkün kılmak için birçok farklı yaklaşım yolu benimsenebilirdi. Çeşitli ülkeler bu farklı yaklaşımları denemişler ama seri üretilip envantere girecek kadar kabiliyetli bir uçak henüz üretememişlerdi. İngilizler bu işe yenilikçi bir motor teknolojisi ile başlamanın gerektiğine inandılar. Bu nedenle önündeki hava alığından aldığı akımı, yakıt marifetiyle hızlandırarak arkasından veren bir jet motoru yerine, onu parçalara bölerek yönlendirebilen farklı bir jet motoru tasarladılar. Oldukça meydan okuyucu bir süreç sonrasında ortaya çıkan Rolls-Royce Pegasus 30 tasarımı, üzerinde sağlam bir uçak inşa edilecek kadar sağlıklı çalışmaktaydı.


Henüz dizayn aşamasındayken ABD deniz piyadelerinin de yoğun ilgisine mazhar olan bu uçak, ufak çaplı uçak gemileri istihdam eden başka müttefik ülkeler tarafından da kullanıldı. Lakin 1967’de ilk uçuşunu yapan ve oldukça eskiyen tayyareler, günümüzde sadece çok kısıtlı sayıda kaldı ve birçoğu emekli edildi. Kalanların ise uçuş saatleri oldukça az ve emeklilikleri çok yakın.

Günümüzde ABD ve İngiltere’nin bu uçağın yerine JSF programının ikinci tip uçağı olan F-35B tayyaresini istihdam etmekte olduğunu görüyoruz. Açıkçası JSF programının bir parçası olarak ülkemizin de bu uçaklardan temin etme düşüncesi mevcuttu. Bu nedenle TCG Anadolu gemisi üzerinde SkiJump özelliği istendi. Fakat ABD ile ilişkilerimizde oluşan derin çatlaklar, ülkemizin başlangıcından beri ortağı olduğu bu programdan çıkarılmasına sebep oldu. Fakat ulusal çıkarlarının giderek daha fazla peşinde koşmaya başlayan ve savunmasını ülke dışından başlayarak organize etmek zorunda kalan ülkemiz için, STOVL tayyare ihtiyacının arttığını söylememiz mümkündür.

41 yıl alanında rakipsiz bir uçak olarak kaldıktan sonra, F-35B ile halefine kavuşan Harrier, aslında halefinden daha farklı bir mantık üzerine çalışan bir tayyaredir. F-35B ana motoru aşağıya yönlendirilebilir tek bir egzoza sahiptir. Dikey iniş kalkış aşamasında, Pratt&Whitney F-135 motoru, kendisiyle göbekten bağlı bir başka kaldırma fanından faydalanır. (Rolls-Royce Hubfan) Kokpitin arkasında yukarı doğru açılan kapak, bu kaldırma (lift) fanının hava alığıdır. Bu yöntem sayesinde F-35B tayyaresi, düz uçuşta ses hızını aşabilir. Harrier gibi yüksek subsonik hızlarda takılı kalmaz. Bununla beraber pek bilinmeyen bir gerçek vardır. Harrier’in özgün tepki yönlendirme sistemi, bu uçağa özel, hava savaşı ve kaçınma manevralarını mümkün kılar. F-35B ise sadece konvansiyonel uçakların sahip olduğu manevra çözümlerle yetinmek zorundadır.

Karşımızda eski de olsa güvenilirliğini kanıtlamış bir teknoloji, sağlam ve işlevsel bir uçak vardır. Ayrıca uçağın tüm fikri mülkiyet haklarına sahip olan İngiltere ile de aramız iyidir. İşte bu nedenle şu soruyu gündeme getirmek istiyorum: Harrier, gelişmiş teknolojilerin de dahliyle, yeniden üretime sokulabilir mi? Bu uçağı günümüzde bile özel kılan unsurlar, geleceğin savaş alanlarında da kendisine bir yer bulabilir mi?

Öncelikle bu tayyareyi mümkün kılan motor konusuna eğilmekte fayda var. Kendini ispatlamış bir cihaz olduğu için, yeni bir motor arayışına gitmeyi de, üzerinde radikal değişiklikler yapmayı da gerekli görmüyorum. Sadece yeni materyal ve üretim teknik ve teknolojilerinin ilavesiyle, güvenilirliği zedelemeyecek biçimde, üretici Rolls-Royce firmasıyla birlikte bir etüt gerçekleştirilebilir. FADEC diye tabir ettiğimiz dijital kontrol sistemleri ilave edilerek, mevcudun belki biraz üzerinde güce sahip, az riskli bir yaklaşım benimsenebilir. Bu sayede tayyareyi havaya çıkaracak ve orada tutacak bir güç paketi elde edilmiş olacaktır.

Gövde dizaynında da radikal değişiklikler yapmak gerekmez. Fakat malumunuz komposit başta olmak üzere materyal ilmi hayli ilerlemiştir. Bu tip malzemeler kullanılarak boş ağırlık eski modellere göre hayli düşürülebilir. Kazanılacak rakam yakıta aktarılırsa menzil değerlerinde ciddi bir iyileşme elde edilecektir. Ayrıca minimize edilecek ve büyük çoğunluğu kablolu uçuş sistemleriyle (fly by wire) değiştirilecek hidrolik altyapı, elektrik tahrikli yüzey kontrol elemanları, ağırlığın azaltılmasında bir başka majör unsur olarak ortaya çıkacaktır. Havayı daha iyi kavrayacak birazcık daha geniş kanatlarla uçak manevra yeteneğini artıracaktır. Hatta ana kanatlar tek bir komposit kalıpla dökülerek gövde ile birleştirilebilir. Bu sayede üretim hızı yükseltilirken, maliyeti de düşürülecektir ki tayyarenin tasarımı buna müsaittir.

Hürkuş, Hürjet, F-16 Özgür ve MMU/TF-X programları kapsamında birçok yerli ve gelişmiş alt sistemleri hayata geçiriyoruz. Yerli havadan havaya ve havadan karaya geniş bir mühimmat ailesi de yaratıyoruz. Hal böyle iken AESA radar’dan tutun, elektronik harp ve öz savunma sistemlerine kadar, tayyareyi istediğimiz gibi şekillendirme kabiliyetine sahip olacağımız muhakkak. Elbette 5. Nesil uçaklar gibi radara yakalanmama (stealth) özelliği bekleyemeyiz. Lakin bu uçağın da kendisine göre farklı avantajları olacak. Önemli olan zaten farklı avantajlara sahip olan platformları, özel bir tarifle karıştırarak en güzel yemeği pişirmek değil midir?

Bu tayyare ile Deniz Havacılığımızı yeniden tanımlama / yaratma şansını yakalayabiliriz. Sadece Anadolu gibi deniz platformlarından değil, kıyılara yerleştireceğimiz kısa pistlerden de harekât icra edebiliriz. Bu sayede çevremizdeki tüm denizlerde ciddi bir harekât üstünlüğü kurmamız mümkün olacaktır. Ayrıca eldeki uçakların tipsel ve işlevsel farkları, hava kuvvetleri ve deniz kuvvetleri arasındaki çekişme ve rekabetin de önüne geçecektir ve deniz havacılığımızın yeniden yapılandırılmasını kolaylaştıracaktır düşüncesindeyim.

Bu nedenle TCG Anadolu ve muhtemel gelecekte de Trakya gemileri üzerinde kullanılmak üzere, 12’şer adetten terkip iki mikro filo ve 12 adette yedek uçakla, toplam 36 adetlik (3 filo) bir ilk sipariş önermekteyim. Buna çift kişilik eğitim versiyonlarından oluşan 12 adetlik bir eğitim filosu eklenirse, siparişin yekûnu 48 adede ulaşacaktır. Bu sayıyla seri üretim hattını açmak mantıklı ve maliyet etkin bir başlangıç olacaktır. Tamamı Ege ve Marmara bölgesinde konuşlandırılacak tayyareler, batı cephesindeki hava harekat yükümüzü hayli hafifletebilir. Ayrıca deniz kuvvetleri ve hava savunma unsurlarıyla birlikte çalışma kültürüne sahip, yeni nesil Türk havacılığının temellerini de, yeni nesil pilotlarla atabilir.

Ülkemiz sınırları ötesinde birçok askeri üs tesis etmeye başlamıştır. Günümüzde Libya’daki iç savaşa müdahil olduğu gibi, gelecekte de farklı ve karmaşık çatışma bölgelerine asker sevk etmek zorunda kalabileceği aşikârdır. Bu gibi durumlar için, yine deniz havacılığı bünyesinde teşkilatlanacak 12 adetlik mikro filolar halinde, ilave 36 adet Harrier jetine sahip olmak, bize büyük bir avantaj kazandıracaktır kanaatindeyim. Ayrıca Katar gibi uzun süreli üs tahsis ettiğimiz birçok ülke, potansiyel düşmanlarının oldukça yakınında, tabiri caizse koyun koyunadır. Bu gibi üslerdeki askerlerimizin ve dahi üslerimizin güvenliği için STOVL tayyareler, klasik savaş uçaklarının sağlayabileceğinden çok daha ciddi avantajlara sahiptirler.

Açıkçası bu 36 adetlik ikinci paket siparişi önerimin ardında yatan bir sebep daha vardır. Malumunuz savaş uçağı temin programları, zaman isteyen karmaşık süreçler gerektirmektedirler. Bir ülke yakın gelecekte savaşa yönelebilecek ciddi bir krizle karşılaşacağını bilirse, elbette savunmasını güçlendirmek isteyecektir. Örneğin TSK muhtemel bir savaşa hazırlanıyor olsa, ABD ya da bir başka ülkenin envanterindeki F-16’lardan 2.El bile olsa satın almak ve hava kuvvetlerini hızlıca güçlendirmek ister. Burada sorun elindeki uçağı satmaya gönüllü ve ihtiyaç fazlası tayyaresi bulunan bir ülke bulabilmektir. Türkiye gibi gelişen savunma sanayisine sahip olan ülkelerin, silah sistemlerini dışarıya satabilmesi birçok faktörden etkilenir. Müşteri kredi açmanızı ve bu sayede taksitli ödeme kolaylığı sunmanızı isteyebilir. Bunun gibi sayısız ekonomik, siyasi, teknolojik, vs. faktör vardır. Fakat elde hızlıca müşteriye sunulabilecek hazır bir tayyare stoku bulundurmak, bizim için savunma sanayimizi geliştirmek adına alternatif bir model bulmak anlamına da gelir. Bu gibi arayışları günümüzde birçok alanda görmekteyiz. Örneğin Mısır, İtalya’nın kendi donanması için üretmiş olduğu iki Fremm Firkateynine talip olmuştur. İtalya bu gemileri satarsa elbette kendisi için yenilerini inşa edecektir. Ayrıca bu satıştan, standart bir siparişe nazaran çok daha fazla kar edecektir.

Modern muharebe sahasının bir diğer ihtiyacı da insansız platformlarda yatmaktadır. Burada klasik bir SİHA operasyonu kastettiğimi sanmayınız. Tamamen insansız hale getirilmiş bir Harrier Jeti hayal edin. Pilot ve Avyoniklerden kazanılacak alan da yakıt başta faydalı yüklere tahsis edilmiş. 5. Nesil MMU gibi bir uçağın en büyük zafiyeti gövde içinde taşıyabileceği faydalı yükün kısıtlı oluşudur. Dalga dalga gerçekleşecek bir hava savaşı senaryosunda dahi, diğer dalga gelene kadar ciddi bir zafiyet oluşturur. Bu tip bir platform, savaş alanlarına en yakın noktalardan kalkıp, ağ destekli harp çerçevesinde tüm silah yükünü MMU ve diğer uçaklarımızın hizmetine sunabilecektir. Yüksek ses altı hızın dezavantajını yakınlıkla giderecek, ayrıca radarda görünür olması sayesinde, düşmanın dikkatini kendi üzerine çekerek havada pusu kurmak gibi taktikleri uygulayabilmemizi sağlayacaktır. Üzerindeki radar ve sensorlar ile asıl savaş uçaklarımızın görünmezlik kabiliyetlerini bozmadan operasyona devam edebilmelerini sağlayabilecektir.

Ayrıca eğer bu tayyarenin üretim hattını ülkemizde diriltmeye karar verirsek, birçok dış satış ihtimali yakalayacağımızdan da kuşku duymuyorum. Bu potansiyel pazarların arasında uzak doğu ülkeleri oldukça dikkati çekmektedir. Bu ülkelerin birçoğu için bu tip NATO standardı bir uçak, hem doğu hem de batı yapımı her türlü savaş uçağına karşı koyabilecek Türk silah sistemleriyle birlikte, en çekici alternatif haline gelebilir. Özellikle devasa bir donanma kurmakta olan Çin’e karşı tüm bölge ülkelerinde güvenlik kaygıları en üst seviyeye çıkmıştır. Kalabalık ve güçlü bir düşmana karşı, vakti zamanında Alman’ların içine düştükleri gibi, düşmanın yoğun baskısı altında operasyonlarına devam edebilecek bir hava gücü oluşturabilmek, ancak STOVL tayyareler ile mümkün olabilir düşüncesine yönelebilirler. Bunun için önce ürüne sonra da doğru pazarlama stratejilerine ihtiyacımız vardır. Ayrıca pasifik ülkelerin elini güçlendirecek her türlü silah ve platform satışı, batılı müttefiklerimiz tarafından hoş karşılanacak ve destek görecektir. Silah satışlarıyla politik tercihlerin iç içe girdiği çağımızda, bu yadsınamayacak kadar önemli bir faktördür.

Sonuç olarak: Silah sistemleri kolay kolay eskimezler. Özellikle söz konusu havacılık platformlarıysa. Örneğin 1950’lerin teknolojisiyle üretilen F-4E Phantom uçaklarını modernize ettik ve halen verimli bir şekilde kullanmaktayız. Bu nedenle baştan modernize edilmiş, 1960’ların teknolojik temeline dayanan bir uçağı, tekrar diriltmenin mantıksız olmadığına inanmaktayım. Ama bu daha önce örneği görülmemiş ve denenmemiş bir hamledir.

Günümüzde ülke olarak ister kendi geliştirdiğimiz bir ürün ister dışarıdan satın aldığımız bir sistem olsun, tüm savunma ihtiyaçlarımızda maksimum milli fayda ve kazanım sürecini öne almaktayız. Bu önerinin de aynı amaçlara hizmet edeceği kanaatindeyim.

Bir sonraki makalemde, tamamen farklı ve alışılmadık bir Eurofighter programı önerisi ile karşınıza çıkmayı planlıyorum. Bu şekilde Avrupa kökenli alternatif program önerilerini tamamlamış olacağım. İleride diğer coğrafyalara da bakmak ve düşünce dünyanızı zenginleştirmek arzusundayım. Eğer öncelik vermemi istediğiniz bir tayyare ya da ülke varsa, bunu dikkate alacağım. Bu nedenle yorum yapmaktan kaçınmamanızı rica ediyorum. Sağlıcakla, saygıyla, afiyetle ve muhabbetle kalasınız.

2 Şubat 2020 Pazar

Yeni Savaş Uçağı Program Önerisi 1 - JAS-39 E/F Gripen


BÖLÜM 3 – HAVA KUVVETLERİMİZ İÇİN JAS-39 GRİPEN E/F ALIMI MANTIKLI OLUR MU?


Köklü ve etkili bir havacılık sanayine sahip olan İsveç üretimi, 4. Nesil bir tayyaredir. İngiliz ve Amerikan yapımı olan alt sistemler de kullanan bir üründür aslında. Kabiliyetler açısından bakıldığında F-16’dan biraz daha hafif ama ona denk, NATO standardı bir uçakla karşılaştığımızı görürüz. Bu uçağı diğer çağdaşlarından ayıran bir husus da, oldukça hesaplı ve mantıklı işletme maliyetidir. E/F modelleri uçağın gelişiminin geldiği en son noktayı temsil etmektedirler. Tayyare mühimmat potföyü ve esnekliği olarak göze çarpar bir genişlik sunmaktadır.

Aslında bu uçağı diğerlerinden ayıran görünüşü değil, içinde yatan esnek ve oldukça verimli altyapıdır. Henüz tasarım aşamasındayken bile, doğru bir ileri görüşle, oldukça yetenekli ve ölçeklendirilebilir bir bilişim altyapısı ile dizayn edilmiştir. Konsept aşamasından gerçek hayata kadar, tek elden ve doğru şekilde yönetilmiş bir projedir Gripen. Bu nedenle kullanıcının istediği her türlü yenilik, değişiklik ve özelleştirmelere, diğer platformlardan çok daha hızlı ve etkin yanıt verebilmektedir. Diğer modern Avrupa üretimi tayyareler gibi nazı niyazı fazla değildir. Örnek teşkil edecek kadar doğru ve imrenilesi proje yönetimi nedeniyle, TF-X projesinin ilk aşamasında Saab ana danışman firma olarak seçilmişti hatırlarsanız. Fakat daha sonra yollarımız bir şekle ayrıldı ve Türkiye İngiltere ile ortalık kurarak farklı bir yaklaşım benimsedi. Bu yol ayrılığının ardında fikri mülkiyet hakları ve üçüncü ülkelere yapılacak satışlar hususundaki fikir ayrılıkları yattığı söylentisi dolaşmıştı.

Ülkemiz kodlarıyla birlikte bir uçağın tam altyapı hâkimiyeti yolundaki ilk adımını, İsrail ile birlikte geliştirdiğimiz F-4E 2020 Terminator projesiyle birlikte attı. Kazanılan altyapı ve kabiliyetler üzerinden F-16 Özgür projesinin ilk adımları atılmaya başlanmıştı. Derken Block 40 F-16’lar için ABD kaynak kodlarını bizimle paylaşmayı kabul etti. Fakat ülkemizin F-16 filosu, kapsamlı CCIP modernizasyonuyla altyapı olarak daha gelişmiş ve kaynak kodları bize kapalı olan Block 50 konfigürasyonuna doğru standartlaştırıldı. Bu nedenle hâkim olduğumuz Block 40 platformu yalnızca 401. Test ve değerlendirme filomuzda kullanılır hale geldi. Aslında CCIP modernizasyonunda çıkan parçalar kullanılarak Block 30 tayyarelerimizin de kısmi modernizasyona tabi tutulduğunu da söyleyebiliriz. Bu kazanımlar ve altyapının üzerine Hürkuş, Hürjet ve günümüzde gerçek anlamda ele alınmaya başlanan Özgür projelerinin şekillendiğini söyleyebiliriz.

Gripen bu alanda tamamen farklı, alternatif ve özgün bir ikinci kazanım oluşturma potansiyeline sahiptir. Bunu aynı işi yapmak için biri Roketsan biri de Tübitak Sage’de geliştirilen ve üretilen, ortak parça kullanmayan iki füzeye sahip olmak gibi düşünebilirsiniz. Fakat doğası itibariyle tasarımcının yaklaşımı, kullandığı yöntemler, iki füzeye de kendisine göre bazı üstünlükler ve zaaflar verecektir. Açıkçası amaca uygun özelleştirilebilirlik ve açık mimari açısından baktığımızda, ben Gripen altyapısından çok daha fazla etkileniyorum. Zaten söz konusu alt yapı, ABD Hava Kuvvetleri için Boeing firmasıyla birlikte sıfırdan geliştirilen, T-7A Red Hawk eğitim tayyaresini destekleyerek, rüştünü ispat etmiştir. Bu nedenle önerimin içeriğini detaylandıracak olursam:

Tam teknoloji transferi ile IP haklarıyla birlikte 180 kesin 120 opsiyon olmak üzere toplam 300 adedi bulabilecek Gripen E/F modeli uçak temini, alternatiflerimizden biridir. Yaklaşık 10-15 yıl sürecek bir program sonrasında, 180 Gripen ve 150-180 kadar modernize edilmiş F-16’dan oluşan karma bir filoya sahip olabiliriz. MMU/TF-X projesinin ürünleri devreye girmeye başladığında, bu uçakları uzun yıllar birlikte ve ağ tabanlı harekât konsepti çerçevesinde kullanabiliriz.

Bu öneriyi oluştururken şu hususu da dikkate aldığımı belirtmeliyim. Elbette gelecekte neler yaşanacağını Tanrı dışındaki güçlerin tam olarak bilmesi mümkün değildir. Bununla birlikte önümüzdeki 5-6 yıllık süre zarfı içerisinde ülkemizin bir savaşa girme ihtimali ciddi biçimde yükselmektedir. Dünya da giderek daha karmaşık ve kaotik bir yapı az etmektedir. Meşhur bir deyiş vardır: Savaşın mayası kandır. Elbette ülkemiz bir savaşa girerse en ağır ve acı kaybı hava kuvvetlerimiz yaşamak zorunda kalacaktır. Bir kayıp sonrasında gücümüzü telafi etmek isteyerek uçak temin projesi oluşturmamız çok daha zor olabilir. Çok daha fazla zaman alır ve uzun vadeye yayılabilir. Fakat günümüzde başlatacağımız bir projeye devam etmek, hem bizlere zamandan kazandırır, hem de rakiplerimize karşı caydırıcılığımızı güçlendirerek savaştan kaçınmamızı sağlayabilir.

Bu amaçla ilk önerimin Gripen olmasının bir sebebi daha var. Bu uçak ve kullanacağı yerli ve Avrupa yapısı mühimmatlar ile (Gökdoğan, Bozdoğan, Meteor, ASRAAM, vb.vb.) ister ABD ister Rus yapımı düşman uçaklarının tamamına angaje olabiliriz. İsrail gibi gelişmiş teknolojiye sahip potansiyel rakipler karşısında da daha güçlü durabiliriz. Yani NATO standartlarına sahip olsa bile en bağımsız ve etkili harp tayyaresi altyapısını Gripen’le kurabiliriz.

Ayrıca İsveç ve İngiliz havacılık endüstrisinin, Gripen’de de açıkça görülen köklü bağları vardır. Bu bağların Tempest ile ileriye taşınması da söz konusudur. Dolayısıyla bu alternatif, İngiltere ile gerçekleştireceğimiz MMU projemize zarar verme potansiyelini barındırmamakla birlikte, olası avantajlar açısından da diğer seçeneklerin önüne çıkmaktadır. Ayrıca Tempest gibi 6. Nesil uçak teknolojilerine bir ortaklık kapısı da aralamaktadır.

Ayrıca bu bağlamdaki potansiyel bir hususa da dikkatinizi çekmek isterim. Malum Kanada hava kuvvetlerini yenilemek aşamasınadır ve ihalenin katılımcılarından birisi de Gripen’dir. İsveç IP hak transferiyle birlikte 88 adet tayyareyi Kanada’da üretmeyi teklif etmiştir. Şu anda Avrupa kıtasında özellikle yakınlarımızdaki savunma projelerinde, politik açıdan şansımız oldukça düşüktür. Fakat İngiliz Uluslar Topluluğu’nun önemli bir üyesi olan Kanada’yı bu kapsamın dışında tutabilme ihtimalimiz vardır. Bu ülkenin havacılık alanında ABD ile arasının açılmakta olduğunu görüyoruz. Özellikle Bombardier serisi yolcu uçaklarında yaşanan derin anlaşmazlığın geçtiğimiz yıl Airbus ile ortaklığa sebep olduğu hala hafızalarımızda tazedir. Ayrıca elindeki F/A-18 filosunun ömrünü uzatmayı düşünen ülkenin acil ihtiyaçları, ABD yerine Avustralya’dan aynı tipte ikinci el uçak teminiyle bir nebze olsun gidermeye çalıştığını görüyoruz. Bu kapsamda Kanada ile ortak bir program dâhilinde Gripen işine girişmek, hem maliyetleri anlamlı biçimde düşürecek, hem de ABD’ye politik bir gol atmak isteyen iki ülke için de anlamlı bir hareket olabilir. Ayrıca MMU projesi için de alternatif bir işbirliğinin kapısını açacaktır bu yaklaşım. Üzerinde düşünmeye değer kanaatindeyim.

Günümüzde savaş uçaklarının nesilleri kavramı, değişim göstermektedir. Çünkü artık bu yırtıcı kuşlar çok karmaşık teknolojilerin ve alt sistemlerin bir karışımı olarak görünmektedirler. Bu alt sistemler de çeşitli modernizasyon projeleri vasıtasıyla, envanterdeki eski nesil uçaklara da kazandırılabilmektedir. Örneğin tayyareler arasında veri iletişimini sağlayacak datalink altyapısı, ister 5. ister 6. Nesil olsun, herhangi bir tayyareden alınarak Gripen’de kullanılabilir. Çok gelişmiş ve yeni bir füze, bu uçağa da entegre edilebilir. HUD’dan kaska monteli nişangaha, oradan da AR/VR kokpit çözümlerine doğru gitmekte olan avyonik arayüzü üzerindeki gelişim çizgisi, Gripen üzerinde de kullanım alanı bulabilir. Bu nedenledir ki görünmeyen altyapı ve kodlar, alışık olduğunuz ekol ve sistem mimarisi, daha doğru ve mantıklı bir gelişim çizgisi sunma potansiyeline sahip olacaktır.

Fark ettiniz mi bilmiyorum ama bu program önerisinin zamanlama tablosu, pilotaj ve teknik ekiplerimizdeki insan kaynağı açığının tamamlanması süreciyle pek bir örtüşüyor. Yani programı yeni nesil personellerin yetiştirilmesiyle üst üste bindirmek mümkün. Sonuç olarak uçaklar tarlada yetişmiyor ve temini bile uzun yıllar alıyor. Aynı pilotların eğitim ve olgunlaşma süreçleri gibi…

Şu hususta sorular sorduğunuzu duyar gibiyim. Bu kadar örtülü ambargolar altındayken, müttefik ülkelerle aramızdaki çatlaklar derinleşirken, yerli savunma sanayi gelişimimizi tamamlamamız istenmezken, hele Gripen motor başta birçok Amerikan yapımı parça da kullanırken, böyle bir öneri ne kadar gerçekçi olabilir? Öncelikle şunu söylemeliyim ki, F-35 yerine Gripen gibi 4+ nesil ve NATO standardı bir tayyarenin seçimi, müttefiklerimizde bir memnuiyet uyandıracaktır. (Bakınız MMU’dan vazgeçmiyoruz ve hız da kesmiyoruz.) Ayrıca bu yekünde bir yabancı ortaklı havacılık programının başlatılması, batılı silah endüstrisi için de ciddi bir gelir kaynağı teşkil edecektir. Ayrıca bu programa ayrılacak maddi kaynakların, diğer havacılık programlarımıza negatif etki olarak yansıyabileceği umudu, gizli haset içinde bulunan müttefiklerimizin konuya pozitif yaklaşımlarda bulunmasını sağlayacaktır. Kısacası sunum/tanıtım kısmı da doğru ele alınırsa, bu program için negatif yorum ve seslerin fazla yükselmeyeceği kanaatindeyim.

Ayrıca yanı başlarında kurulacak, kuvvetli ve hacimli bir alternatif Avrupa tayyaresi üretim hattı, birçok Avrupa ülkesinin de işine gelecektir. ABD F-15, F16, F-18 gibi 4. Nesil tayyarelerin üretim hattını canlı tutabilmek adına oldukça ciddi çaba sarf ediyor biliyorsunuz. Avrupa’da ise her ne kadar Airbus sivil havacılık alanında istihdamı sürdürme kapasitesi sunsa da, Eurofighter programı üretim hattı son demlerine yaklaşıyor. Tempest, FCAS, vb. gelecek uçaklar için üretim hattı kurulumu ise daha uzun zaman gerektirecek. Bu programlar arasındaki boşlukta bizim kuracağımız dinamik üretim alt yapısı, olası bir politik değişim sürecinde Avrupa ülkelerinin artabilecek savaş uçağı ihtiyacına en hızlı ve hesaplı yanıtı oluşturabilir. Hele işin içine bir şekilde Kanada da çekilebilir ise. Bu hususa dikkatlerinizi çekmek isterim.

Ayrıca bu tip bir programla ulaşmayı umduğum milli bir fayda daha var. Malum elimizdeki havada yakıt ikmal filosu son demlerini yaşıyor. ABD hava kuvvetlerinin boom sistemini kullanan bu filonun istihdamı, elbette neredeyse safkan F-16’dan oluşmuş bir kuvvet için tek mantıklı alternatif idi. Fakat bu standardın diğer ülkelerin kulandığı probe-droque sistemine göre ciddi dezavantajları da var. Gripen E/F tayyaresi içeri çekilebilir bir probe-droque yakıt ikmal çubuğuna sahip. Bu sayede zaten yenilemek zorunda olduğumuz havada yakıt ikmal uçağı filomuzu da, farklı bir standart üzerine taşımamız mümkün olacaktır. Ayrıca A-400M, C-130 gibi bu sistemle yakıt ikmal uçağına dönüştürülebilir nakliye uçağı filomuzu da, denklem içine katma şansı yakalayabiliriz. Boom teknolojisiyle devam edersek bu asla mümkün olamayacaktır.

Malum biz milli MMU programımız için de ilave yabancı ortak arayışı içerisindeyiz. Birçok ülkeyle dirsek temasımız sürüyor. Bu gibi projeleri daha fazla uluslar arası katılıma açmak ve riski paylaşmak, tüm havacılık programları için gerekli ve yerinde bir moda. Ayrıca üretim hattının uzun ömürlü ve karlı olması, maliyetlerin düşürülmesi açısından da faydalı. Peki, bu tip bir olası Gripen programının diğer ülkelerin ihtiyaçlarını giderecek şekilde kullanılması da mümkün olabilir mi? Bu husustaki düşüncelerimi aktarmak isterim.

Sovyetler birliği dağıldıktan sonra, Rusya birçok silah sistemini uluslar arası pazara açtı. Agresif bir pazarlama politikası güttüler. Bu süreçte batı standardı üzerine inşa edilmiş olsa da, Rus uçakları almaya ilk ikna ettikleri ülkelerden birisi de Malezya idi. Bunun birden fazla sebebi var. Fakat ben size öne çıkan birini aktarayım: Singapur. Malezya’nın güney komşusu olan bu ufacık ülke, boyutunun kat ve kat ötesinde ve son derece modern bir hava kuvvetleri istihdam ediyor. F-16, F-15 gibi tamamen batı standardı üzerine kurulmuş bir kuvvet yapısına sahip. Bu uçaklara kafanıza soru işareti doğurmadan karşı koyabilmenin en etkili yolu ise, zaten bu uçakları düşürmek için dizayn edilmiş Rus sistemlerini almaktan geçiyor. Fakat MiG-29 ile başlayan ve Su-30 serisiyle devam eden bu Rus tayyaresi macerası, Malezya’yı tatmin edemedi. Hem uçaklarla yer ekiplerinin ve lojistikçilerinin kimyası uyuşmadı, hem de oldukça düşük bir harbe hazırlık oranında takılı kalmak durumuyla karşılaştılar. Bu ülkenin de hem modern hem de Amerikan yapımı sistemlerle kılçıksız mücadele edebilecek, Batı yapımı uçaklara ihtiyacı var. Fark ettiyseniz bu ihtiyaç bizimle oldukça örtüşüyor. Ayrıca olası bir Gripen programı dahli, ülkenin Çin ve Endonezya gibi diğer potansiyel rakiplere karşı da elini oldukça güçlendirebilir. Politik açıdan Malezya ile oldukça samimi ilişkiler içerisinde bulunduğumuzu da hatırlatmak isterim.

Bir diğer alternatif ise Vietnam’dır. Çin’e karşı yetersiz kalan Rus teknolojisinden, batı yapımı uçaklara geçiş yapmak istemektedir bu ülke. Eski düşmanı ABD ile de bu kapsamda olası savaş uçağı alım ihtimalleri üzerine görüşmektedir. Hindistan ve İsrail ile dirsek temasları da mevcuttur. Dünya üzerindeki savaş uçağı programlarına genel bir bakış atarsak, Gripen E/F alternatifinin bu ülkenin ihtiyaçları için en ideal platformu sunduğunu görürüz. Ayrıca bizim bu uçakla birlikte sunabileceğimiz özgün ve milli hava-hava silahları alternatiflerimiz, SOM ve Atmaca füzeleri gibi görüş ötesi hava-yer silahları alternatiflerimiz var. Bu NATO standardı modern kabiliyetler, Çin gibi modern bir hava kuvvetlerinin karşına dikilmek zorunda kalan Vietnam için çok önemli. Ayrıca sürpriz unsurlar barındıracağı için diğer alternatif silah sistemlerinin de ötesine geçen bir avantaja sahip. Vietnam’ın da bizim gibi yeri ve milli bir savunma sanayi altyapısı oluşturma hedefi var. Yani kendisine ait, ama bizim taleplerimize göre çok daha mütevazı bir üretim hattı isteyecekleri aşikâr. Bu durum da bizim avantajımıza şekillendirilebilme potansiyeliyle göze çarpıyor.

Açık konuşmak gerekirse Latin Amerika, Afrika ve diğer Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde de çok ciddi potansiyel pazarları var bu 4+ nesil savaş tayyaresinin. Fakat doğru yaklaşımla ele almak ve kendi ihtiyaçlarımız için de olsa yürüyen bir programa sahip olmak gerekiyor. Açıkçası Rus tehdidi altındaki, son derece iyi ilişkilere sahip olduğumuz Ukrayna için de, oldukça farklı bir işbirliği modeli geliştirmemiz mümkün bu platform üzerinden. Ayrıca Gripen oldukça uzun zamandır bizimle işbirliği yapmak isteyen, fakat her ne hikmetse son derece soğuk davrandığımız, Brezilya’nın da seçtiği uçak. Bu bahane ile havacılık alanında iki ülke arasındaki kalp kırıklıklarını gidermek ve işbirliği ihtimallerini arttırmak mümkün olacaktır kanaatindeyim.

Son olarak şu hususu da dikkatinize sunmak isterim. Bildiğiniz gibi Hindistan uçak gemisi de istihdam etme gereği duyan, kapsamlı bir deniz-havacılık yapısına kavuşmayı istiyor. Bu alanda seçtikleri savaş tayyaresi Rus üretimi MiG-29K modeliydi. Fakat bu tayyarenin performansından memnun olmadıklarını defaatle ve yüksek sesle dile getirdiler. Özellikle harbe hazırlık oranlarındaki düşüklük dikkati çekmişti. Ülke daha yüksek sayıda aynı jetin istihdamı ile yani memnun olmadıkları tayyareden daha fazla sipariş vererek, olabilecek en verimsiz çözümü uyguladı. Fakat bu süreçte hava kuvvetleri ihtiyaçları için yarışan İsveç, alternatif bir öneri getirmişti. Gripen’i uçak gemisinden kalkabilecek biçimde revize etmek ve bir Naval Gripen versiyonu ortaya koymak. Aslında bu gelişmeyi dikkatle not etmek gerekiyordu. Şimdi ise ülkemiz gelecekte savaş uçakları da barındıracak, geniş kapsamlı bir deniz havacılığı inşa etmenin ihtiyacı ve sancıları içerisinde.

Açıkçası Gripen bu noktada en mantıklı ve verimli altyapıyı sunabilecek tayyare. Ayrıca sadece tek kişilik değil, çift kişilik versiyonuyla da göze çarpıyor. Bunu vurgulama nedenim şu: Ana karanıza uzak bölgelerde deniz havacılığı yapacak iseniz, özel görev uçakları kavramına da daha büyük bir önemle yaklaşmanız gerekiyor. F/A-18G Growler tayyaresinde olduğu gibi elektronik harp kabiliyetli bir versiyonunuz muhakkak olmalı. SEAD/DEAD görevlerine çıkabilmelisiniz. Gelecekte hizmete girecek insansı savaş uçağı sınıfını (UCAV) yönetebilmeli ve yönlendirebilmelisiniz. Bu gibi daha karmaşık görevlerin icrası için, arka koltukta oturacak özel eğitimli bir operatör taşıyabilmek büyük önem kazanıyor. Gripen’in bu hususta bir adım önde başladığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Açıkçası 180 adet olan kesin sipariş önerimin ardında yatan fikri de sizlerle paylaşmak isterim. Bildiğiniz üzere hava kuvvetlerimiz şu an için F-16 filolarını 20’şer uçaktan oluşturmaktadır. 16 adet tek koltuklu C ve 4 adet çift koltuklu D modeli. Her hava üssünde ise 2 filo yani toplamda 40 uçak standart konuşlanma usulü olarak benimsenmiştir. Fakat son temin ettiğimiz partide CFT entegreli ve çift pilotlu F-16 D Block50+ tayyarelerinin ağırlıkta olduğunu görmekteyiz. Derin darbe görevlerinde, en verimli ve uzun pilotaj konsantrasyonunu sağlayacak bu yapılanma mantıklı görünmekte. Aynı İsrail’in F-16I Soufa’ları gibi. Bu nedenle 160 adetten oluşacak 8 filo ile, ülkemizin batı ve güney hava sahalarını verimli biçimde kapatabiliriz kanaatindeyim. 20 adet tamamı çift koltuklu Gripen’i ise özel bir filo yapılanmasıyla istihdam edebiliriz. Hem Growler misali bir taarruzi EH tayyaresi hem de bu görevlerde İnsansız Taarruzi Platformları da yönetebilen farklı bir yaklaşımın temeli olarak. Bu arka koltukta oturacak özel operatörün ve uygun kokpit dizaynının varlığıyla ancak anlam kazanabilecek bir düşüncedir.

Ülkemizin doğu ve kuzey yönleri oldukça dağlıktır ve neredeyse tamamen Rus uçakları kullanan komşular tarafından kapsanmaktadır. Bu bölgelerin hava savunmasını ve hava kuvvetlerine yoğunlaşan saldırı ağırlıklı taktiklerini de, modernize edilecek F-16 filolarımız ile sürdürmemizin daha isabetli olacağı kanaatindeyim. Batı cephemizde de dağlık araziler görünmektedir. Fakat bu coğrafyadaki doğal yapı fazla karmaşık değildir ve genellikle doğu-batı çizgisinde, birbirine paralel bir yükselti örüntüsü mevcuttur. Yani batı ve güney cephemizdeki hava sahalarını, hava savunma sistemleriyle kapatmak, diğer cephelerimizden daha kolaydır. Yerli hava savunma sistemlerimizin gelişim aşaması devam etmektedir ve birçoğunda da sona yaklaşılmıştır. Ağ merkezli harp kapsamında, hava savunma unsurlarıyla birlikte çalışabilmek üzere yetiştirilen, genç ve yeni bir havacılık kültürünün temellerini bu sayede çok daha sağlam atabileceğimizi düşünüyorum. Zaman içinde F-16 ve Gripen filoları arasındaki pilot rotasyonlarıyla da, kuvvetimizin tamamen geleceğin muharebelerinin eğitimsel, zihinsel ve moral hazırlığına bürünebileceğini.

SONUÇ OLARAK

Yukarıda detaylarıyla aktardığım sebeplerden ötürü, gözümde en çok öne çıkan alternatif savunma ve havacılık programı, Gripen E/F çözümüdür. Evet, bu hareket yolu kabiliyetler açısından mevcut F-16 uçağımızın yeteneklerinin çok ötesine geçmez. Lakin zaten bu açığı kapatmak amacıyla oluşturulmuş MMU/TF-X başta alternatif havacılık programlarına sahibiz. Dolayısıyla JAS-39 Gripen alımı gerek 5. Nesil ve ötesi uçak programlarımıza, gerekse UCAV alanındaki atılımlarımıza bir zarar vermez. Bu yüzden birçok alternatifler arsından en avantajlı seçimlerden biri olarak öne çıkmaktadır.

Önceki iki yazımda bu kanaate ulaşmamı sağlayan mantıksal sebepleri bir başka deyişle reasoning’imi aktarmıştım. Bu makalemde ise alternatiflerden Gripen’i birlikte inceledik. Diğer alternatifler üzerinde de birçok farklı makale neşretmeyi planlıyorum. Bir süre için yazılarımın ağırlığı bu hususta olacak. Avantaj ve dezavantajlarıyla çeşitli alternatifleri karşınıza sunacağım. Elbette tüm yazdıklarım kişisel görüş ve kanaatlerimdir. Hiçbir bağlayıcılığı yoktur, zaman ve şartlarla birlikte değişebilir. Bu nedenledir ki görüş, öneri ve eleştirilerinizi paylaşmakta lütfen tereddüt etmeyin. Sadece saygı ve nezaketinizi elde bırakmamanızı rica edeceğim. Tekrar görüşene dek sağlıcakla, afiyetle ve muhabbetle kalasınız.

Yeni Bir Savaş Uçağı Programı Hakkında Düşünceler - 2


BÖLÜM 2 – OYUN TEORİSİYLE ZENGİNLEŞTİRİLMİŞ HAVA HARBİ SENARYOLARI


Gelin öncelikle gerçek dünyayla pek alakası olmasa bile matematik bir hesap yapalım. Bir bilgisayar oyunu tasarlıyor misali algoritma kurmak istiyorum. Örneğin her uçağın birim gücü 10 olsun. 100 uçak 1000 birim güç eder. Bunlar birbiriyle denk biçimde kapışırlar ise kayıp oranı %40 olsun. Yani iki adet 100 uçaklık hava kuvveti çarpışırsa, ilk çarpışmadan sonra her ikisinden de 60’ar uçak elde kalsın. Eğer bir güç diğerinden %50 fazla olursa, kalabalık tarafın kaybı %20’ye düşsün, diğer tarafın kaybı da %60’a çıksın. Yani 150 uçak ile 100 uçak karşı karşıya geldiğinde, 150 uçaktan 120 adedi elde kalsın, 100 uçaktan ise 40 adedi. Eğer taraflardan biri diğerinin iki katı olursa da bu oranlar %10’a %80 olsun. Böyle bir durumda eğer bahsettiğimiz 150’ye 100 uçaklık kuvvet, tekrar havalanır ve çarpışır ise, zayıf tarafın elinde 5-6 tayyare ancak kalacaktır. Yani ilk çarpışmadan sonra zayıf tarafın yenilgiye sabitlenen kaderi mühürlenmiş olacaktır.

Elbette gerçek hayata daha fazla benzetmek için algoritmayı zenginleştirebiliriz. Mesela bir taraf diğerine baskın yapmayı başarır ise uçak güç çarpanlarını 2,5 katı alabiliriz. Yani 100 birim uçak 1000 değil 2500 birim güç üretir. Hava savunma sistemlerini, güç çarpanlarını (enteresan bir isimlendirme olduğunu fark ettiniz değil mi?), saldırgan ya da savunan taraf olmanın doğasını, harbe hazırlık yüzdesini vs. birçok şeyi de algoritmamıza eklememiz mümkündür. Fakat sonuçta bu kurgu oyunumuzda bile gerçekten önemsememiz gereken bir taraf vardır. İki rakip taraf da kendi katsayılarını mümkün olduğu kadar yüksek tutarak savaşa girmeyi hedefleyecektir.

F-16’LARIMIZ ve HAVA SAVAŞININ DOĞASI ÜZERİNE

Bu oyundaki katsayıyı yüksek tutma durumundan, gerçek hayattaki bir realiteye geçiş yapalım isterim. Örneğin elimizdeki F-16 filosu toplamda 4 parça halinde ve yıllara yayılan bir üretim süreci sonunda hizmete alınabilmiştir. Peace Onyx programları ile envantere kazandırılan uçaklar, siparişlerinden teslim alınmalarına kadar önemli bir süreç geçirmişlerdir. Yeni bir savaş uçağını ister dışarıdan alım olarak sipariş verelim, istersek kendimiz üretelim bu zamana yayılmış sürecin bir benzerine, aynen katlanmak zorunda kalacağız. Altyapı ve Ar-Ge masraflarından kurtulmak amacıyla 240 adet daha F-16 sipariş verdiğimizi düşünelim. Bunun üretimine ancak bir yıl kadar sonra başlayabilir ve yılda 24 adetten 10 yılda uçakların tamamını envantere katabiliriz. Toplam 11 yıl zaman alır o da en iyi ihtimalle.

Ama bu sırada ülkenin biriyle sıcak bir savaşa girmek zorunda kaldığımızı var sayalım. Bu savaş sırasında bırakın yeni bir uçak üretmeyi, füze dahi üretecek vakit bulamayız. Günümüz savaşları çok hızlı ve yıkıcı gerçekleşmektedir. Bu nedenle savaş sonrasında da eski üretim kabiliyetimizi ve gücümüzü korumamız mümkün olmayabilir. Bu nedenle A ülkesiyle savaşa girsek, elimizdeki 100 uçaktan yarısını koruyabilsek, ama savaşı kazansak. Elinde 150 uçak bulunan B ülkesi için çok daha kolay bir hedef haline geleceğimiz aşikârdır. Elbette potansiyel düşmanlar, onurlu şövalyeler misali yıllarca bekleyerek hava kuvvetlerimizi yeniden inşa etmemize izin vermezler. Ülkemiz üzerinde kötü düşüncelere sahip iseler, en zayıf anlarımızı kollayarak bu emellerini gerçekleştirmek isterler.

Özetlemek gerekirse ülkeler barış zamanında sanki ileride mutlaka savaşacakmış gibi düşünce zemini çizerler. Bu zemin üzerine savunma felsefesini ve politikalarını yapılandırırlar. Bu felsefe ve politikalar üzerine de bir silahlanma programı hazırlarlar. İmkânları elverdiği ölçüde bu silahlanma programını uygularlar. Bu sayede caydırıcı olmak asıl hedefleridir. Fakat savaş başladığı anda ellerindeki imkân ve kabiliyetlerle sonuç almak zorunda kalırlar. Size ait olmayan bir silah ya da platformu alamaz ve kullanamazsınız. Elinizdekilerle zafer kazanacak ya da yenilgiyi tatmak mecburiyetinde kalacaksınız. Hayatta kalırsanız ancak savaştan sonrası için bir başka uzun vadeli plan ya da program düşünebilirsiniz.

Fark ettiğim nokta şu: Biz savunma ve güvenlik politikalarımızı en temelinden itibaren değiştiriyoruz. Aslında yaptığımız ve altına girdiğimiz işlerin, köklü felsefi bir değişim olduğunun da tam olarak farkında değiliz. Sadece sanki girişimlerimizin ardında bir derin düşünce varmış gibi anlık hareketlerde bulunuyoruz. Fakat savunma konseptimizi ve silahlanma politikalarımızı hala eski düşünceye ve aynı kalıplara göre hazırlamaya devam etmekteyiz. Yani ister mecburi ister tepkisel olsun, ortaya koyduğumuz plan ve programlar, geçmiş harekât konseptlerinin revize edilmiş yansımalarından ve gelişmiş ülkeleri taklit yeteneğinden ibaret. Ayrıca bacaklarımızı dışarıya doğru açarken sahip olduğumuz duruş değişiyor. Bu değişen gardın kendine göre dezavantajları da var ve biz bunları henüz tam olarak kavrayamadık kanaatindeyim.

BÜTÇE NE KADAR ÖNEMLİ?

Artık dikkate almamaya karar verdiğim bir husus da şu: Bütçe. Bir yıl kadar önce tüm düşüncelerimi ülkemiz ekonomisini zorlamamak üzerine kurgulamayı tercih ediyordum. Bilinçsiz bir algıda seçicilik durumunda idim anlayacağınız. Fakat şunu fark ettim. Ülke olarak öyle saçma sapan işlere öyle devasa bütçeler yatırıyoruz ki. Öyle devasa kaynakları batırıyoruz ya da üzerini çiziyoruz ki. Konu savuma olduğunda ekonomik öncelikli düşünmenin çok da lüzumu yok.

Geçmişte boşa harcanan, üzeri çizilen kaynakların cüzi bir kısmı bile sıfırdan bir hava kuvvetleri ve hava savunma organizasyonu kurmaya yeterdi. Öyleyse neden boşuna bekliyor ve son derece önemli bir “zamanı” kaybediyoruz?

5. NESİL UÇAKLARLA HAVA HAREKÂTI FELSEFESİ

Ulaştığım ve son derece önemli gördüğüm bir sonucu daha sizlerle paylaşmak istiyorum. Malum şu anda 5. Nesil stealth özellikli savaş tayyareleri servise girmekte. 6. Nesil savaş uçakları üzerinde ise, gelişen teknolojilerin de paralelinde çok daha devrimsel çalışmalar yapılmakta, çabalar sarf edilmekte. Radar ve diğer tip sensörlerden mümkün olduğunca kendini gizlemek, geç fark edilmek üzerine kurgulanmış bir hava kuvvetleri yapısı, doğası itibariyle ofansiftir. Bizim ihtiyaçlarımız ise hem ofansif alanda, hem defansif alanda hızla büyümektedir.

Fakat daha da önemli bir husus var. 5. Nesil savaş uçaklarını şekillendiren felsefeden tutun da, bunun saldırı ve savuma amaçlı kullanımlarına kadar geniş çapta bir tefekkür ve simülasyon süreci içine girdiğinizde, şunu fark ediyorsunuz. 5. Nesil olgulaşana ve 6. Nesil tayyareler yaygın kullanıma girene kadar geçecek sürecin önemli bir özelliği var. Bu 30-40 yıllık süre zarfında yeni nesil uçaklar, ancak 4+ Nesil ve radara yakalanmama derdi olmayan uçaklarla birlikte hizmet verdiğinde etkin olabilecekler. Evet, doğru okudunuz. Yaptığım tüm simülasyonlarda oldukça uzun süredir bu gerçeğin farkındayım. Sadece 5. Nesil tayyareler üzerine kurulmuş bir hava kuvvetleri asla 4. ve 5. Neslin karışımı ile hizmet verenler kadar etkili olamamakta. Ayrıca bu durumda bir kısım uçakları da radar ve diğer aktif sensörlerini açarak riske atmak gerekmekte. Hava savaş taktikleri de karma yapılı güçlerle çok daha etkili ve efektif dizayn edilebilmekte, çeşitliliği arttırılabilmekte.

Dikkat ettiyseniz ABD başta olmak üzere gelişmiş ülkeler, 4+ Nesil savaş uçağı programlarını sürdürmek ve üretim hatlarını kapatmamak için hala çaba sarf ediyorlar. F-15X gibi projeler stealth yapılı bir hava gücünün tamamlayıcısı olarak ortaya konuluyor. Bombardıman uçakları, insansız güç çarpanları vb. unsurlar da bu kapsamda planlanıyor, hazırlanıyor. Gelecekte deveye girecek birçok modernizasyon projesinde de bu ihtiyacın etkisini açıkça görmemiz mümkün olacak. Bu nedenledir ki MMU gibi 5. Nesil ve modern savaş uçağı programları bile, ancak ömürleri boyunca kendilerini tamamlayacak 4+ Nesil savaş uçaklarıyla gerçek etkinliğine kavuşabilecek. Elimizdeki F-16 filoları ise ister Özgür ister üretici ya da bir 3. Parti tarafından önerilen modernizasyon sürecine tabi tutulsun, bu ihtiyacı karşılayabilecek kadar uzun ömre sahip olamayacaklar kanaatineyim.

Malumunuzdur soğuk savaşın sonlarında ABD hava kuvvetleri iki temel tip uçak üzerine yapılanma tercihinde bulunmuştu. Hava üstünlüğü görevine yoğunlaşmış, yüksek irtifaları da kapsayabilen, çift motorlu ve daha ağır, bu şekilde çok daha gelişmiş ve nitelikli elektronik kapasiteye ve silah yüküne sahip F-15 filoları. Tek motorlu, görece olarak hesaplı, cephe hattı savaşçısı ve çok görevliliğe sahip, sayısal açıdan daha kalabalık F-16 filoları. Ruslar da benzeri bir ayrımı Su-27 ve MiG-29 ikilisiyle yapmışlardı. Gerçi Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde mecburiyetten ağırlıklarını Sukhoi tipine kaydırmak zorunda kaldılar ve MiG’ler biraz öksüz kaldı. Tam olarak benzeri bir durum arz etmiyor. Ama geleceğimizin hava gücünü düşünürken bizim de bu iki tip olayını kendimize göre revize etmemiz gerekeceği kanaatindeyim. Fakat bu sefer ayrımı motor sayısına, ağırlığa, görev farklılığına vb. hususlara göre değil, 5. ve 4+ Nesil olarak yapmamız gerekiyor.

MAVİ VATAN’I KORUMAK İÇİN, ÜZERİNDE UÇMANIZ ve SAVAŞMANIZ GEREKİR

Bölgemizde savaş riskimiz bulunan ülkelerin tamamına göz atarsak, oldukça kalabalık ve bizden daha modern hava kuvvetleriyle yüzleşmek zorunda kalabileceğimizi görüyoruz. Ayrıca yeni yeni hakkıyla fark ettiğimiz Mavi Vatan hususu nedeniyle, güvensiz alanlarda ve alışık olmadığımız konseptlerde, hava muharebelerini kabul etmek zorunda kalabileceğimizi öngörebiliriz.

Bu durumu tarihimizdeki Köroğlu’nun hikâyesine benzetebiliriz aslında. Köroğlu küçükken bir köpek dövüşüne şahit olur. Kocaman bir köpek sürüsü tek bir köpeğe saldırmaktadır. Normalde saldırdıkları köpeğin şansı bile yoktur. Fakat saldırıya uğrayan köpek bir fırsatını bulur ve sürünün arasından sıyrılır. Koşar ve arkasını yakındaki bir duvara verir, savaşmaya devam eder. Arkasındaki duvardan güç alan ve kararlı bir şekilde savaşan köpeğe güç yetiremeyeceğini anlayan sürü, bir süre sonra saldırısından vazgeçer ve gider. Köroğlu işte bu nedenle ardını Bolu dağlarına yaslayarak çok daha büyük güçlere karşı savaşabildiğini göstermiştir bizlere.

Evet, kendi topraklarında savaşı kabul etmek, düşman uçağını düşürebilseniz bile belirli bir zarar göreceğinizi baştan kabul etmektir. Fakat hem moral hem de anlamlı fark yaratacak üstünlükleri kurmanızı sağlar. Hava savunma unsurları gibi ilave aktörlerden faydalanabileceğiniz gibi, düşmanı da kolaylıkla hazırladığınız pusulara çekebilirsiniz. Fakat açık arazide denk ya da denge yakın koşullarda savaşmak farklıdır. Düşmanın alanına hücum etmek ve onun üstün olduğu ana vatanında savaşmak ise çok daha farklıdır. Özellikle nefesinizin (yakıt ve cephanenizin) kısıtlı olduğu, belirli ve kısıtlı sürelerde havada kalabileceğiniz hızlı bir hava harbinde.

Bu kapsamda önümüzdeki 30-40 yıllık sürece baktığımızda şunu fark ediyoruz. Hava harbine birden fazla dalgalar halinde yaklaşıp, her yeni dalga ile yakıt ve cephanesini tüketmiş önceki dalga uçakları cephe gerisine çekebilen, sürekliliği sağlayabilecek sayısal yeterliliğe de sahip olan, bir güç yapısı oluşturabilmek ve bunu bir müddet koruyabilmek gerekmektedir. Elbette zaman içinde insansız muharip uçakların da işe dâhil olmasıyla, teknolojinin yeni güç çarpanları sunmasıyla, bazı alanlarda kurulacak ve ileri hareket edebilen kara veya deniz konuşlu A2/AD şemsiyelerinin varlığıyla, bu ihtiyaç revize edilebilir. Fakat operasyon yapma ihtimaliniz genişlediğinde ya da hedef alanınız coğrafi açıdan uzaklaştığında, bu ihtiyacı aritmetik olarak arttırmak zorunda kalırsınız. Yani 1,2,3, diye değil, 2,4,8, şeklinde çoğalır. Ayrıca yoldaki potansiyel 3. taraf tacizcileri için de güç ayırmak zorunda kalacağınızı hatırlatmak isterim.

PARA MESELESİ

Ayrıca fark ettiniz mi bilmiyorum. F-16, Gripen ve JF-17’yi dışarıda tutarsak, günümüzde ister doğu ister batı yapımı olsun, modern bir savaş uçağının birim fiyatının yaklaşık 80 milyon dolar seviyesinde veya üstünde ve saatlik uçuş maliyetlerinin de 25.000 dolar üzerinde olduğunu söyleyebiliriz. Elbette o tayyarenin, onu ortaya koya ekolün, sahip olduğu ilave teçhizat ve silahların da kendisine göre farklılıkları olacaktır. Bu farklılıklar sizin harbe hazırlık oranlarınızı da etkileyecektir, eğitim ve destek altyapınızı da. Fakat ben nedense fiyatlar bakımından çok ciddi bir fark göremiyorum. Hariç tuttuğum üç tayyare ise, üretim adetleri ve destek altyapısı nedeniyle, uçuş maliyeti olarak avantaj sunan yapıdalar. JF-17 satın alma aşamasında da şimdilik kaydıyla ciddi anlamda ucuz. Fakat F-16 ve Gripen’in modern versiyonları satın alma fiyatı açısından da diğer uçaklardan pek aşağı kalır değiller.

Elbette bir uçağı satın almanın ve envantere katmanın maliyeti bu kadar basit değil. Birçok farklı katmandan oluşan karmaşık bir süreçler bütünü. Yani aldım fiyatı bu, uçurdum saat başı fiyatı da şu diyemiyorsunuz. Altyapı ve insan kayaları başta olmak üzere birçok masraf kapıları ve enerji harcanması gereken hususlar da var. Ayrıca hava üslerinizi de bu uçağı işletebilecek şekilde modernize etmeniz gerekmekte. Fakat enteresandır gelişen teknolojiyle birlikte, fiyatlarda da, özelliklerde de, beklentilerde de ciddi bir benzeşme var. Elbette astarı yüzünden daha maliyetli hale gelen, doğru yönetim ve yaklaşımla ele alınmamış, birçok örnek proje de karşımızda duruyor. Bunların çoğunluğunu da, bahsettiğim yönetim ve yaklaşım vurgusunu hatırlatarak, Rus kökenli sistemler olarak görüyoruz. Fakat Avrupa dâhil olmak üzere farklı kaynaklardan verilebilecek örnekler de var.

Burada yönetim ve yaklaşım faktörleri oldukça önemli. Kendi savunma sanayimizden örneklendireyim. Belirli ve özgün bir iş modeli yaratarak, T-129 Atak helikopter programını başarıya ulaştırdık. Oldukça önemli bir miktar helikopter envantere girdi. Bir miktar daha üretilecek. Ayrıca gelecekte ortaya çıkacak daha gelişmiş versiyonlar hususunda da oldukça ümit varız. Kazandığımız altyapı ve yetenekleri kullanarak özgün bir helikopter de geliştirmeyi başardık. TAI T-625 Gökbey. Bu açıdan bakıldığında projenin gerçek anlamda başarılı olduğunu söyleyebiliriz.

Fakat aynı özgün ve Türk tipi savunma sanayi yaklaşımıyla geliştirdiğimiz Altay AMT projesinde ise tam bir fiyasko yaşadık. Büyük ihtimalle de birçok bağlantılı tartışma yaşamaya devam edeceğiz. Bunun sebeplerini nerede aramamız gerektiğini biliyorsunuz. Bu nedenle detaya girmeye gerek görmemekteyim. Fakat bozulan / kayan algımızın ve anlayışımızın, gelecekteki kapsamlı savunma sanayi projelerimizi de tehdit ettiğini vurgulamak isterim. Bu durum ülkemizin maruz kaldığı örtülü ambargolarla birleştiğinde, hava kuvvetlerimiz açısından yerli projelerimizdeki olası gecikmeleri, normalin üstünde hatta kabul edilemez risk faktörleri olarak karşımıza koymaktadır.

UÇAKLARIMIZIN KONDİSYONU HAKKINDA

Ayrıca itiraf etmek ve hazmetmek zor olsa da bir gerçeğin farkına varmamız gerektiği kanaatindeyim. Elimizdeki F-16 filosunun kondisyonu hiç de parlak değil. Bu uçakları birçok ülkeden çok çok daha yoğun kullandık. Gerçek anlamda yıprattık, yaşlandırdık. Bu oldukça yoğun kullanım sürecimiz halen de devam etmekte. İlk alınan Blok 30 serisi tayyarelerin durumu malum. Bunlar CCIP modernizasyonuna da sokulmadı. Yapısal tadilatlar görmüş olsa bile bu uçakların ileride Özgür modernizasyonu kapsamında kalıp kalmayacakları da ciddi bir soru işareti barındırıyor. Ayrıca gövdenin durumu dışında kalan faktörler de var. Örneğin motor. Elimizdeki tayyarelerin motorları da oldukça yıpranmış durumda. Bildiğiniz gibi eskiyen teknik araçlar daima çok daha fazla dikkat istediği gibi, çok daha fazla hata oranı vermeye de müsait hale geliyor.

Uçaklarını bizim kadar çok ve sık uçuran, bunu da bizimki kadar düşük kaza/kırım oranlarıyla gerçekleştirmeyi başaran pek az hava kuvvetleri vardır. Bunda yetenekli ve özverili teknisyenlerimizin, yer destek ekiplerimizin büyük payı var. Fakat elbette bu yoğun kullanımın bir bedeli olmuştur. Gelecekteki tayyarelerimizde de olacaktır. Bu nedenle sadece envanter sayısına bakmak veyahut uçakların yaşını diğer ülkelerle aynı kapsamda kıyaslamak çok gerçekçi olmayacaktır. Bu nedenle kaza/kırım geçiren tayyarelerin yerine koymak amacıyla aldığımız son parti teslimatlar dışında kalan uçaklarımızın, kapsamlı bir modernizasyon programına sokulsa bile, adet olarak diğer ülkelerin modernize edebileceği orandan daha düşük elverişlilik sunacağını düşünüyorum. Örneğin X bir ülke elindeki 100 F-16’nın 60’ını rantabl görüp modernizasyona sokabilirken, bizde bu oranın (bebek gibi itinayla bakılıp gözetilmiş olsalar da) 40 civarında kalacağını düşünüyorum.

SONUÇ OLARAK

İşte bu nedenlerle tüm yerli ve milli savunma ve havacılık sanayi oluşturma çabalarımıza rağmen, bu projelerimizi bozmadan ya da hızını kesmeden, ayrıca yabancı ortaklı bir savaş uçağı programı yürütmenin gerekli olduğu kanaatine ulaşmış bulunuyorum. Bu hususta tek bir seçeneğimiz yok, birden fazla alternatifimiz var. Bu yazı dizisin de söz konusu aternatifleri inceleyeceğim. Gelecek bölümde İsveçli Saab Gripen E/F tayyaresi hakkındaki fikirlerimi bulacaksınız. Umarım bu yolculuktan benim kadar zevk alırsınız. Görüşmek ümidiyle…

Yeni Tip Savaş Uçağı Program Önerilerine Veda

Bildiğiniz üzere bloğumda bir süredir hava kuvvetlerimiz için alternatif savaş uçakları konusunu işliyordum. Bu hususta epey makale konu...