BÖLÜM 3 – HAVA KUVVETLERİMİZ İÇİN JAS-39 GRİPEN E/F ALIMI
MANTIKLI OLUR MU?
Köklü ve etkili bir havacılık sanayine sahip olan İsveç üretimi,
4. Nesil bir tayyaredir. İngiliz ve Amerikan yapımı olan alt sistemler de
kullanan bir üründür aslında. Kabiliyetler açısından bakıldığında F-16’dan
biraz daha hafif ama ona denk, NATO standardı bir uçakla karşılaştığımızı
görürüz. Bu uçağı diğer çağdaşlarından ayıran bir husus da, oldukça hesaplı ve
mantıklı işletme maliyetidir. E/F modelleri uçağın gelişiminin geldiği en son
noktayı temsil etmektedirler. Tayyare mühimmat potföyü ve esnekliği olarak göze
çarpar bir genişlik sunmaktadır.
Aslında bu uçağı diğerlerinden ayıran görünüşü değil, içinde
yatan esnek ve oldukça verimli altyapıdır. Henüz tasarım aşamasındayken bile,
doğru bir ileri görüşle, oldukça yetenekli ve ölçeklendirilebilir bir bilişim
altyapısı ile dizayn edilmiştir. Konsept aşamasından gerçek hayata kadar, tek
elden ve doğru şekilde yönetilmiş bir projedir Gripen. Bu nedenle kullanıcının
istediği her türlü yenilik, değişiklik ve özelleştirmelere, diğer
platformlardan çok daha hızlı ve etkin yanıt verebilmektedir. Diğer modern
Avrupa üretimi tayyareler gibi nazı niyazı fazla değildir. Örnek teşkil edecek
kadar doğru ve imrenilesi proje yönetimi nedeniyle, TF-X projesinin ilk
aşamasında Saab ana danışman firma olarak seçilmişti hatırlarsanız. Fakat daha
sonra yollarımız bir şekle ayrıldı ve Türkiye İngiltere ile ortalık kurarak
farklı bir yaklaşım benimsedi. Bu yol ayrılığının ardında fikri mülkiyet
hakları ve üçüncü ülkelere yapılacak satışlar hususundaki fikir ayrılıkları
yattığı söylentisi dolaşmıştı.
Ülkemiz kodlarıyla birlikte bir uçağın tam altyapı hâkimiyeti
yolundaki ilk adımını, İsrail ile birlikte geliştirdiğimiz F-4E 2020 Terminator
projesiyle birlikte attı. Kazanılan altyapı ve kabiliyetler üzerinden F-16
Özgür projesinin ilk adımları atılmaya başlanmıştı. Derken Block 40 F-16’lar
için ABD kaynak kodlarını bizimle paylaşmayı kabul etti. Fakat ülkemizin F-16
filosu, kapsamlı CCIP modernizasyonuyla altyapı olarak daha gelişmiş ve kaynak
kodları bize kapalı olan Block 50 konfigürasyonuna doğru standartlaştırıldı. Bu
nedenle hâkim olduğumuz Block 40 platformu yalnızca 401. Test ve değerlendirme
filomuzda kullanılır hale geldi. Aslında CCIP modernizasyonunda çıkan parçalar
kullanılarak Block 30 tayyarelerimizin de kısmi modernizasyona tabi tutulduğunu
da söyleyebiliriz. Bu kazanımlar ve altyapının üzerine Hürkuş, Hürjet ve
günümüzde gerçek anlamda ele alınmaya başlanan Özgür projelerinin
şekillendiğini söyleyebiliriz.
Gripen bu alanda tamamen farklı, alternatif ve özgün bir
ikinci kazanım oluşturma potansiyeline sahiptir. Bunu aynı işi yapmak için biri
Roketsan biri de Tübitak Sage’de geliştirilen ve üretilen, ortak parça
kullanmayan iki füzeye sahip olmak gibi düşünebilirsiniz. Fakat doğası
itibariyle tasarımcının yaklaşımı, kullandığı yöntemler, iki füzeye de
kendisine göre bazı üstünlükler ve zaaflar verecektir. Açıkçası amaca uygun
özelleştirilebilirlik ve açık mimari açısından baktığımızda, ben Gripen
altyapısından çok daha fazla etkileniyorum. Zaten söz konusu alt yapı, ABD Hava
Kuvvetleri için Boeing firmasıyla birlikte sıfırdan geliştirilen, T-7A Red Hawk
eğitim tayyaresini destekleyerek, rüştünü ispat etmiştir. Bu nedenle önerimin
içeriğini detaylandıracak olursam:
Tam teknoloji transferi ile IP haklarıyla birlikte 180 kesin
120 opsiyon olmak üzere toplam 300 adedi bulabilecek Gripen E/F modeli uçak temini,
alternatiflerimizden biridir. Yaklaşık 10-15 yıl sürecek bir program
sonrasında, 180 Gripen ve 150-180 kadar modernize edilmiş F-16’dan oluşan karma
bir filoya sahip olabiliriz. MMU/TF-X projesinin ürünleri devreye girmeye
başladığında, bu uçakları uzun yıllar birlikte ve ağ tabanlı harekât konsepti
çerçevesinde kullanabiliriz.
Bu öneriyi oluştururken şu hususu da dikkate aldığımı
belirtmeliyim. Elbette gelecekte neler yaşanacağını Tanrı dışındaki güçlerin
tam olarak bilmesi mümkün değildir. Bununla birlikte önümüzdeki 5-6 yıllık süre
zarfı içerisinde ülkemizin bir savaşa girme ihtimali ciddi biçimde
yükselmektedir. Dünya da giderek daha karmaşık ve kaotik bir yapı az
etmektedir. Meşhur bir deyiş vardır: Savaşın mayası kandır. Elbette ülkemiz bir
savaşa girerse en ağır ve acı kaybı hava kuvvetlerimiz yaşamak zorunda
kalacaktır. Bir kayıp sonrasında gücümüzü telafi etmek isteyerek uçak temin
projesi oluşturmamız çok daha zor olabilir. Çok daha fazla zaman alır ve uzun
vadeye yayılabilir. Fakat günümüzde başlatacağımız bir projeye devam etmek, hem
bizlere zamandan kazandırır, hem de rakiplerimize karşı caydırıcılığımızı
güçlendirerek savaştan kaçınmamızı sağlayabilir.
Bu amaçla ilk önerimin Gripen olmasının bir sebebi daha var.
Bu uçak ve kullanacağı yerli ve Avrupa yapısı mühimmatlar ile (Gökdoğan,
Bozdoğan, Meteor, ASRAAM, vb.vb.) ister ABD ister Rus yapımı düşman uçaklarının
tamamına angaje olabiliriz. İsrail gibi gelişmiş teknolojiye sahip potansiyel
rakipler karşısında da daha güçlü durabiliriz. Yani NATO standartlarına sahip
olsa bile en bağımsız ve etkili harp tayyaresi altyapısını Gripen’le kurabiliriz.
Ayrıca İsveç ve İngiliz havacılık endüstrisinin, Gripen’de
de açıkça görülen köklü bağları vardır. Bu bağların Tempest ile ileriye
taşınması da söz konusudur. Dolayısıyla bu alternatif, İngiltere ile
gerçekleştireceğimiz MMU projemize zarar verme potansiyelini barındırmamakla
birlikte, olası avantajlar açısından da diğer seçeneklerin önüne çıkmaktadır. Ayrıca
Tempest gibi 6. Nesil uçak teknolojilerine bir ortaklık kapısı da
aralamaktadır.
Ayrıca bu bağlamdaki potansiyel bir hususa da dikkatinizi
çekmek isterim. Malum Kanada hava kuvvetlerini yenilemek aşamasınadır ve
ihalenin katılımcılarından birisi de Gripen’dir. İsveç IP hak transferiyle
birlikte 88 adet tayyareyi Kanada’da üretmeyi teklif etmiştir. Şu anda Avrupa
kıtasında özellikle yakınlarımızdaki savunma projelerinde, politik açıdan
şansımız oldukça düşüktür. Fakat İngiliz Uluslar Topluluğu’nun önemli bir üyesi
olan Kanada’yı bu kapsamın dışında tutabilme ihtimalimiz vardır. Bu ülkenin havacılık
alanında ABD ile arasının açılmakta olduğunu görüyoruz. Özellikle Bombardier
serisi yolcu uçaklarında yaşanan derin anlaşmazlığın geçtiğimiz yıl Airbus ile
ortaklığa sebep olduğu hala hafızalarımızda tazedir. Ayrıca elindeki F/A-18
filosunun ömrünü uzatmayı düşünen ülkenin acil ihtiyaçları, ABD yerine
Avustralya’dan aynı tipte ikinci el uçak teminiyle bir nebze olsun gidermeye
çalıştığını görüyoruz. Bu kapsamda Kanada ile ortak bir program dâhilinde
Gripen işine girişmek, hem maliyetleri anlamlı biçimde düşürecek, hem de ABD’ye
politik bir gol atmak isteyen iki ülke için de anlamlı bir hareket olabilir. Ayrıca
MMU projesi için de alternatif bir işbirliğinin kapısını açacaktır bu yaklaşım.
Üzerinde düşünmeye değer kanaatindeyim.
Günümüzde savaş uçaklarının nesilleri kavramı, değişim
göstermektedir. Çünkü artık bu yırtıcı kuşlar çok karmaşık teknolojilerin ve
alt sistemlerin bir karışımı olarak görünmektedirler. Bu alt sistemler de
çeşitli modernizasyon projeleri vasıtasıyla, envanterdeki eski nesil uçaklara
da kazandırılabilmektedir. Örneğin tayyareler arasında veri iletişimini
sağlayacak datalink altyapısı, ister 5. ister 6. Nesil olsun, herhangi bir
tayyareden alınarak Gripen’de kullanılabilir. Çok gelişmiş ve yeni bir füze, bu
uçağa da entegre edilebilir. HUD’dan kaska monteli nişangaha, oradan da AR/VR
kokpit çözümlerine doğru gitmekte olan avyonik arayüzü üzerindeki gelişim
çizgisi, Gripen üzerinde de kullanım alanı bulabilir. Bu nedenledir ki
görünmeyen altyapı ve kodlar, alışık olduğunuz ekol ve sistem mimarisi, daha
doğru ve mantıklı bir gelişim çizgisi sunma potansiyeline sahip olacaktır.
Fark ettiniz mi bilmiyorum ama bu program önerisinin
zamanlama tablosu, pilotaj ve teknik ekiplerimizdeki insan kaynağı açığının
tamamlanması süreciyle pek bir örtüşüyor. Yani programı yeni nesil
personellerin yetiştirilmesiyle üst üste bindirmek mümkün. Sonuç olarak uçaklar
tarlada yetişmiyor ve temini bile uzun yıllar alıyor. Aynı pilotların eğitim ve
olgunlaşma süreçleri gibi…
Şu hususta sorular sorduğunuzu duyar gibiyim. Bu kadar
örtülü ambargolar altındayken, müttefik ülkelerle aramızdaki çatlaklar
derinleşirken, yerli savunma sanayi gelişimimizi tamamlamamız istenmezken, hele
Gripen motor başta birçok Amerikan yapımı parça da kullanırken, böyle bir öneri
ne kadar gerçekçi olabilir? Öncelikle şunu söylemeliyim ki, F-35 yerine Gripen
gibi 4+ nesil ve NATO standardı bir tayyarenin seçimi, müttefiklerimizde bir
memnuiyet uyandıracaktır. (Bakınız MMU’dan vazgeçmiyoruz ve hız da kesmiyoruz.)
Ayrıca bu yekünde bir yabancı ortaklı havacılık programının başlatılması,
batılı silah endüstrisi için de ciddi bir gelir kaynağı teşkil edecektir.
Ayrıca bu programa ayrılacak maddi kaynakların, diğer havacılık programlarımıza
negatif etki olarak yansıyabileceği umudu, gizli haset içinde bulunan
müttefiklerimizin konuya pozitif yaklaşımlarda bulunmasını sağlayacaktır.
Kısacası sunum/tanıtım kısmı da doğru ele alınırsa, bu program için negatif
yorum ve seslerin fazla yükselmeyeceği kanaatindeyim.
Ayrıca yanı başlarında kurulacak, kuvvetli ve hacimli bir
alternatif Avrupa tayyaresi üretim hattı, birçok Avrupa ülkesinin de işine
gelecektir. ABD F-15, F16, F-18 gibi 4. Nesil tayyarelerin üretim hattını canlı
tutabilmek adına oldukça ciddi çaba sarf ediyor biliyorsunuz. Avrupa’da ise her
ne kadar Airbus sivil havacılık alanında istihdamı sürdürme kapasitesi sunsa
da, Eurofighter programı üretim hattı son demlerine yaklaşıyor. Tempest, FCAS,
vb. gelecek uçaklar için üretim hattı kurulumu ise daha uzun zaman
gerektirecek. Bu programlar arasındaki boşlukta bizim kuracağımız dinamik
üretim alt yapısı, olası bir politik değişim sürecinde Avrupa ülkelerinin
artabilecek savaş uçağı ihtiyacına en hızlı ve hesaplı yanıtı oluşturabilir. Hele
işin içine bir şekilde Kanada da çekilebilir ise. Bu hususa dikkatlerinizi
çekmek isterim.
Ayrıca bu tip bir programla ulaşmayı umduğum milli bir fayda
daha var. Malum elimizdeki havada yakıt ikmal filosu son demlerini yaşıyor. ABD
hava kuvvetlerinin boom sistemini kullanan bu filonun istihdamı, elbette
neredeyse safkan F-16’dan oluşmuş bir kuvvet için tek mantıklı alternatif idi.
Fakat bu standardın diğer ülkelerin kulandığı probe-droque sistemine göre ciddi
dezavantajları da var. Gripen E/F tayyaresi içeri çekilebilir bir probe-droque
yakıt ikmal çubuğuna sahip. Bu sayede zaten yenilemek zorunda olduğumuz havada
yakıt ikmal uçağı filomuzu da, farklı bir standart üzerine taşımamız mümkün
olacaktır. Ayrıca A-400M, C-130 gibi bu sistemle yakıt ikmal uçağına
dönüştürülebilir nakliye uçağı filomuzu da, denklem içine katma şansı
yakalayabiliriz. Boom teknolojisiyle devam edersek bu asla mümkün
olamayacaktır.
Malum biz milli MMU programımız için de ilave yabancı ortak
arayışı içerisindeyiz. Birçok ülkeyle dirsek temasımız sürüyor. Bu gibi
projeleri daha fazla uluslar arası katılıma açmak ve riski paylaşmak, tüm
havacılık programları için gerekli ve yerinde bir moda. Ayrıca üretim hattının
uzun ömürlü ve karlı olması, maliyetlerin düşürülmesi açısından da faydalı.
Peki, bu tip bir olası Gripen programının diğer ülkelerin ihtiyaçlarını
giderecek şekilde kullanılması da mümkün olabilir mi? Bu husustaki
düşüncelerimi aktarmak isterim.
Sovyetler birliği dağıldıktan sonra, Rusya birçok silah
sistemini uluslar arası pazara açtı. Agresif bir pazarlama politikası güttüler.
Bu süreçte batı standardı üzerine inşa edilmiş olsa da, Rus uçakları almaya ilk
ikna ettikleri ülkelerden birisi de Malezya idi. Bunun birden fazla sebebi var.
Fakat ben size öne çıkan birini aktarayım: Singapur. Malezya’nın güney komşusu
olan bu ufacık ülke, boyutunun kat ve kat ötesinde ve son derece modern bir
hava kuvvetleri istihdam ediyor. F-16, F-15 gibi tamamen batı standardı üzerine
kurulmuş bir kuvvet yapısına sahip. Bu uçaklara kafanıza soru işareti
doğurmadan karşı koyabilmenin en etkili yolu ise, zaten bu uçakları düşürmek
için dizayn edilmiş Rus sistemlerini almaktan geçiyor. Fakat MiG-29 ile
başlayan ve Su-30 serisiyle devam eden bu Rus tayyaresi macerası, Malezya’yı
tatmin edemedi. Hem uçaklarla yer ekiplerinin ve lojistikçilerinin kimyası
uyuşmadı, hem de oldukça düşük bir harbe hazırlık oranında takılı kalmak durumuyla
karşılaştılar. Bu ülkenin de hem modern hem de Amerikan yapımı sistemlerle
kılçıksız mücadele edebilecek, Batı yapımı uçaklara ihtiyacı var. Fark
ettiyseniz bu ihtiyaç bizimle oldukça örtüşüyor. Ayrıca olası bir Gripen
programı dahli, ülkenin Çin ve Endonezya gibi diğer potansiyel rakiplere karşı
da elini oldukça güçlendirebilir. Politik açıdan Malezya ile oldukça samimi
ilişkiler içerisinde bulunduğumuzu da hatırlatmak isterim.
Bir diğer alternatif ise Vietnam’dır. Çin’e karşı yetersiz
kalan Rus teknolojisinden, batı yapımı uçaklara geçiş yapmak istemektedir bu
ülke. Eski düşmanı ABD ile de bu kapsamda olası savaş uçağı alım ihtimalleri
üzerine görüşmektedir. Hindistan ve İsrail ile dirsek temasları da mevcuttur.
Dünya üzerindeki savaş uçağı programlarına genel bir bakış atarsak, Gripen E/F
alternatifinin bu ülkenin ihtiyaçları için en ideal platformu sunduğunu
görürüz. Ayrıca bizim bu uçakla birlikte sunabileceğimiz özgün ve milli
hava-hava silahları alternatiflerimiz, SOM ve Atmaca füzeleri gibi görüş ötesi
hava-yer silahları alternatiflerimiz var. Bu NATO standardı modern
kabiliyetler, Çin gibi modern bir hava kuvvetlerinin karşına dikilmek zorunda
kalan Vietnam için çok önemli. Ayrıca sürpriz unsurlar barındıracağı için diğer
alternatif silah sistemlerinin de ötesine geçen bir avantaja sahip. Vietnam’ın
da bizim gibi yeri ve milli bir savunma sanayi altyapısı oluşturma hedefi var.
Yani kendisine ait, ama bizim taleplerimize göre çok daha mütevazı bir üretim
hattı isteyecekleri aşikâr. Bu durum da bizim avantajımıza şekillendirilebilme
potansiyeliyle göze çarpıyor.
Açık konuşmak gerekirse Latin Amerika, Afrika ve diğer Orta
Asya Türk Cumhuriyetlerinde de çok ciddi potansiyel pazarları var bu 4+ nesil
savaş tayyaresinin. Fakat doğru yaklaşımla ele almak ve kendi ihtiyaçlarımız
için de olsa yürüyen bir programa sahip olmak gerekiyor. Açıkçası Rus tehdidi
altındaki, son derece iyi ilişkilere sahip olduğumuz Ukrayna için de, oldukça
farklı bir işbirliği modeli geliştirmemiz mümkün bu platform üzerinden. Ayrıca
Gripen oldukça uzun zamandır bizimle işbirliği yapmak isteyen, fakat her ne
hikmetse son derece soğuk davrandığımız, Brezilya’nın da seçtiği uçak. Bu
bahane ile havacılık alanında iki ülke arasındaki kalp kırıklıklarını gidermek
ve işbirliği ihtimallerini arttırmak mümkün olacaktır kanaatindeyim.
Son olarak şu hususu da dikkatinize sunmak isterim.
Bildiğiniz gibi Hindistan uçak gemisi de istihdam etme gereği duyan, kapsamlı
bir deniz-havacılık yapısına kavuşmayı istiyor. Bu alanda seçtikleri savaş
tayyaresi Rus üretimi MiG-29K modeliydi. Fakat bu tayyarenin performansından
memnun olmadıklarını defaatle ve yüksek sesle dile getirdiler. Özellikle harbe
hazırlık oranlarındaki düşüklük dikkati çekmişti. Ülke daha yüksek sayıda aynı
jetin istihdamı ile yani memnun olmadıkları tayyareden daha fazla sipariş
vererek, olabilecek en verimsiz çözümü uyguladı. Fakat bu süreçte hava
kuvvetleri ihtiyaçları için yarışan İsveç, alternatif bir öneri getirmişti.
Gripen’i uçak gemisinden kalkabilecek biçimde revize etmek ve bir Naval Gripen
versiyonu ortaya koymak. Aslında bu gelişmeyi dikkatle not etmek gerekiyordu.
Şimdi ise ülkemiz gelecekte savaş uçakları da barındıracak, geniş kapsamlı bir
deniz havacılığı inşa etmenin ihtiyacı ve sancıları içerisinde.
Açıkçası Gripen bu noktada en mantıklı ve verimli altyapıyı
sunabilecek tayyare. Ayrıca sadece tek kişilik değil, çift kişilik versiyonuyla
da göze çarpıyor. Bunu vurgulama nedenim şu: Ana karanıza uzak bölgelerde deniz
havacılığı yapacak iseniz, özel görev uçakları kavramına da daha büyük bir
önemle yaklaşmanız gerekiyor. F/A-18G Growler tayyaresinde olduğu gibi
elektronik harp kabiliyetli bir versiyonunuz muhakkak olmalı. SEAD/DEAD
görevlerine çıkabilmelisiniz. Gelecekte hizmete girecek insansı savaş uçağı
sınıfını (UCAV) yönetebilmeli ve yönlendirebilmelisiniz. Bu gibi daha karmaşık
görevlerin icrası için, arka koltukta oturacak özel eğitimli bir operatör
taşıyabilmek büyük önem kazanıyor. Gripen’in bu hususta bir adım önde
başladığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Açıkçası 180 adet olan kesin sipariş önerimin ardında yatan
fikri de sizlerle paylaşmak isterim. Bildiğiniz üzere hava kuvvetlerimiz şu an
için F-16 filolarını 20’şer uçaktan oluşturmaktadır. 16 adet tek koltuklu C ve
4 adet çift koltuklu D modeli. Her hava üssünde ise 2 filo yani toplamda 40
uçak standart konuşlanma usulü olarak benimsenmiştir. Fakat son temin ettiğimiz
partide CFT entegreli ve çift pilotlu F-16 D Block50+ tayyarelerinin ağırlıkta
olduğunu görmekteyiz. Derin darbe görevlerinde, en verimli ve uzun pilotaj
konsantrasyonunu sağlayacak bu yapılanma mantıklı görünmekte. Aynı İsrail’in
F-16I Soufa’ları gibi. Bu nedenle 160 adetten oluşacak 8 filo ile, ülkemizin
batı ve güney hava sahalarını verimli biçimde kapatabiliriz kanaatindeyim. 20
adet tamamı çift koltuklu Gripen’i ise özel bir filo yapılanmasıyla istihdam
edebiliriz. Hem Growler misali bir taarruzi EH tayyaresi hem de bu görevlerde
İnsansız Taarruzi Platformları da yönetebilen farklı bir yaklaşımın temeli
olarak. Bu arka koltukta oturacak özel operatörün ve uygun kokpit dizaynının
varlığıyla ancak anlam kazanabilecek bir düşüncedir.
Ülkemizin doğu ve kuzey yönleri oldukça dağlıktır ve
neredeyse tamamen Rus uçakları kullanan komşular tarafından kapsanmaktadır. Bu
bölgelerin hava savunmasını ve hava kuvvetlerine yoğunlaşan saldırı ağırlıklı
taktiklerini de, modernize edilecek F-16 filolarımız ile sürdürmemizin daha
isabetli olacağı kanaatindeyim. Batı cephemizde de dağlık araziler
görünmektedir. Fakat bu coğrafyadaki doğal yapı fazla karmaşık değildir ve
genellikle doğu-batı çizgisinde, birbirine paralel bir yükselti örüntüsü
mevcuttur. Yani batı ve güney cephemizdeki hava sahalarını, hava savunma
sistemleriyle kapatmak, diğer cephelerimizden daha kolaydır. Yerli hava savunma
sistemlerimizin gelişim aşaması devam etmektedir ve birçoğunda da sona
yaklaşılmıştır. Ağ merkezli harp kapsamında, hava savunma unsurlarıyla birlikte
çalışabilmek üzere yetiştirilen, genç ve yeni bir havacılık kültürünün
temellerini bu sayede çok daha sağlam atabileceğimizi düşünüyorum. Zaman içinde
F-16 ve Gripen filoları arasındaki pilot rotasyonlarıyla da, kuvvetimizin
tamamen geleceğin muharebelerinin eğitimsel, zihinsel ve moral hazırlığına
bürünebileceğini.
SONUÇ OLARAK
Yukarıda detaylarıyla aktardığım sebeplerden ötürü, gözümde
en çok öne çıkan alternatif savunma ve havacılık programı, Gripen E/F
çözümüdür. Evet, bu hareket yolu kabiliyetler açısından mevcut F-16 uçağımızın
yeteneklerinin çok ötesine geçmez. Lakin zaten bu açığı kapatmak amacıyla
oluşturulmuş MMU/TF-X başta alternatif havacılık programlarına sahibiz. Dolayısıyla
JAS-39 Gripen alımı gerek 5. Nesil ve ötesi uçak programlarımıza, gerekse UCAV
alanındaki atılımlarımıza bir zarar vermez. Bu yüzden birçok alternatifler
arsından en avantajlı seçimlerden biri olarak öne çıkmaktadır.
Önceki iki yazımda bu kanaate ulaşmamı sağlayan mantıksal
sebepleri bir başka deyişle reasoning’imi aktarmıştım. Bu makalemde ise
alternatiflerden Gripen’i birlikte inceledik. Diğer alternatifler üzerinde de
birçok farklı makale neşretmeyi planlıyorum. Bir süre için yazılarımın ağırlığı
bu hususta olacak. Avantaj ve dezavantajlarıyla çeşitli alternatifleri
karşınıza sunacağım. Elbette tüm yazdıklarım kişisel görüş ve kanaatlerimdir.
Hiçbir bağlayıcılığı yoktur, zaman ve şartlarla birlikte değişebilir. Bu
nedenledir ki görüş, öneri ve eleştirilerinizi paylaşmakta lütfen tereddüt
etmeyin. Sadece saygı ve nezaketinizi elde bırakmamanızı rica edeceğim. Tekrar
görüşene dek sağlıcakla, afiyetle ve muhabbetle kalasınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder