Bildiğiniz üzere bloğumda bir süredir hava kuvvetlerimiz
için alternatif savaş uçakları konusunu işliyordum. Bu hususta epey makale
konusu da hazırlamıştım aslında. Bununla birlikte SSB ve MSB eksenindeki son
açıklamalar, bu hususta daha fazla yazmayı anlamsız kıldı. Zira alternatif bir
savaş uçağı programının düşünülmeyeceğini, MMU/TF-X uçağına yoğunlaşılacağını,
bu sürede oluşabilecek zaafların ise insansız hava araçlarıyla kapatılmaya
çalışılacağı belirtilmiş oldu. Dolayısıyla benim de daha anlamlı ve faydalı
konulara yönelme zamanım geldi anlaşılan.
Dikkat ederseniz günümüzde sadece havacılık alanında değil,
tüm diğer alanlarda da silahlanma programları oldukça uzun zaman almakta. Bırakın
yerli üretimi bir silah sisteminin hazır alım siparişini verseniz dahi böyle.
Zira sipariş verdiğiniz firmanın üretim hattını hazırlaması, alt
yüklenicilerini organize etmesi, alt sistemlerin siparişini vermesi, montaja
başlaması, hem uçucu hem de teknik personel için gerekli test ve eğitim
süreçleri, uçağı satıldığı ülkede destekleyebilecek teknik ve lojistik
altyapının kurulması, vs.vs. bir sürü prosedürün yerine getirilmesi gerekiyor.
Sistem ne kadar teknolojik olursa da, prosedürler o kadar karmaşıklaşıyor ve
uzuyor.
Fakat günümüz savaşlarıysa oldukça hızlı neticelenme
eğiliminde. Yani bir şey satın almak 8-10 yıl sürse bile, bir savaşta galibin
ve mağlubun belirlenmesi 8-10 günde tamamlanıyor. Kısacası ülkeler o anda
ellerinde ne varsa onunla savaşı kabul etmek ve onunla netice almak zorundalar.
Hatırlarsanız konumuz alternatif insanlı savaş uçağı programları idi.
Dolayısıyla işin özü şu noktada belirginleşiyor: Türkiye Cumhuriyeti yakın
gelecekte bir savaş beklentisi içerisinde mi? Bu ihtimale yönelik hazırlıklar
yapmak istiyor mu?
Eğer bir savaş beklentiniz yoksa elinizdeki tüm kaynakları
daha uzun ve sancılı sürmesi olasılık dâhilinde olsa da, yerli silahlanma
programlarına aktarmanız çok daha mantıklıdır. Sonuçta kendinizi geliştirmek
için kazanacağınız kabiliyetler, size asla ihanet etmezler. Fakat bir savaş
beklentiniz varsa, işte o zaman yekünlü savunma alım ya da üretim programları
başlatırsınız. Zira muharebelere sokabileceğiniz her birim artı güç, savaşın
kaderini lehinize mühürleyebilir. Ayrıca malum zaferin mayası kandır.
Dolayısıyla bu uzun yıllar alabilecek programların bir kısmı, savaşta
öngördüğünüz kayıpları şimdiden karşılamak üzerine yoğunlaşacaktır. Hatta bu
süreçte NATO Standardı gibi önemli faktörleri bile göz ardı etmeniz mümkündür.
Aynı günümüz Mısır silahlanmasında gördüğümüz gibi.
Bu konuda mesai sarf edip yazılar yazmamın ana sebebi, ülkemizin
yakın gelecekte bir savaşa girme ihtimalini daha kuvvetli ve olası görmemdi.
Evet, pergellerimizi daha geniş bir bölgeye açıyor, askeri başta milli güç
unsurlarımızı etki alanımızda aktif bir şekilde kullanıyoruz. Umudumuz odur ki
karşımıza bir güç çıkmasın ve girdiğimiz tüm uğraşları milli menfaatlerimiz
çerçevesinde neticelendirelim. Fakat işler sadece umutla yürümüyor. Savaş
üzerine kelam eden düşünürlerin çok sevdiğim bazı sözleri var. “Tanrıyı güldürmek
isteyen plan yapsın.” “Savaşı seçtin ve artık olacak olan olacaktır.” “Asla
azıcık savaşır kalamazsınız.” Gibi…
İki kişi arasındaki bir kavga bile, birçok dinamiğe bağlı
olarak neticelenebiliyor ve asla bunlardan birinin kafasında umduğu plana göre
yürümüyor. Zira savaş başladığı anda artık savaş dinamikleri ve kanunları
geçerlidir ve bunlar aritmetik değil biyolojik bir yapı üzerine şekillenmiştir.
Bizim elimizdeki diğer milli güç unsurları zayıfladığı için (ekonomik, politik,
vb.) sürekli askeri gücümüzü sahaya sürmemiz, ortamın ısısını beklenmedik
ölçüde arttırmaktadır. Bu ısının hangi nesnelerin tutuşma eşiğini geçeceğini
ise bilemiyoruz. Ayrıca bir yangının ülkemizdeki ve dışarıdaki yöneticilerin,
siyasi emellerine hizmet etme potansiyeli de mevcuttur. Bu ihtimaller de
tutuşma eşiğini sürekli aşağıya çekmektedir.
Zihnimde planladığım devam makalelerinden de biraz bahsetmek
isterim. Açıkçası bir sonraki bölümde “Daha Fazla F-16 mantıklı mı?” konusunu
incelemeyi planlıyordum. Malum an itibariyle hava gücümüzün belkemiğini bu
tayyare oluşturuyor. Gerek personelimiz gerek kurulu altyapımız açısından bu
tipin belirgin bir avantajı var. Dezavantajları da var elbette mevcut
kabiliyetlerimizin ötesinde bir şey getirmede yaşanacak sıkıntılar ve
kısıtlamalar gibi. Ya da ABD ile politik ayrılıklarımızın derinleşmesi riski
gibi. Dolayısıyla bana göre bu husus başlı başına bir makale konusu olabilecek
kadar zengin ve farklı boyutlar içeriyor. Bu içeriğe BAE’ye özgün Block-60
uçakları, Hindistan’a sunulan Lockheed-Martin teklifi ve F-21 türevi gibi
alternatif hususları da katmayı planlıyordum. Elbette Özgür projemizi ve gerek
Özgür gerekse diğer savunma sanayi projelerimizin getirebileceği olasılıkları
da dâhil ederek.
Birçok insan F-16 tayyaresini yalınca değerlendirir. Fakat
bence bu uçak ilham verdiği havacılık programlarıyla birlikte
değerlendirilmelidir. Bu nedenle benim düşünce ıskalamda bir sınıf daha
mevcuttur. F-16 Inspired Planes. Örneğin Japon F-2 tayyaresi, LM’nin F-16 Aigle
Falcon programı üzerinden şekillendirilmiştir. Tayvan’ın F-CK-1 Ching-Kuo
tayyaresi ise, daha fazla F-16 alamayan bir ülkenin, LM’nin de içinde bulunduğu
bir iş birliğiyle, iki motorlu bir türev denemesi gibidir. İsrail’in vakti
zamanında geliştirdiği ve bir teknoloji deneme platformunun ötesine geçemeyen
Lavi uçağı da, şüphesiz bu ilham penceresinde yer almaktadır. Açıkçası bu
uçağın gizli teknoloji transferleriyle Çin’de şekillenen abisi J-10 serisini
de, F-16’dan ilham alan tayyareler arasında koymaktayım. Güney Kore’nin yine LM
işbirliğiyle geliştirip hizmete aldığı ve F-16 ile birçok ortak parça da
kullanan T-50 / F/A-50 Golden Eagle hafif uçağından bahsetmemek olmaz. Kısacası
F-16 ilham kaynağı olarak da günümüz askeri havacılığını şekillendirmeyi
başaran bir platform olmuştur. Dolayısıyla aynı ilhamla ülkemizde neler
yapılabileceği hususu, başlı başına bir makale olmayı hak eder kanaatindeydim.
Ayrıca ABD ile birlikte yürütülebilecek ve F-16 içermeyen
alternatif savaş uçağı programlarına da bir göz atmayı planlamaktaydım. F-35
hususunu da bu makale içine yedirmeyi düşünmekteydim. Bu hususa sadece F-15,
F-18 gibi bilinen 4. nesil uçaklar cihetiyle değil, çok daha açık bir zihinle
yaklaşmayı planlıyordum açıkçası. Çünkü benim dikkatimi çeken ama diğer
kimseler tarafında pek dillendirilmeyen alternatifler üzerinde de bir
olasılıklar denizi görüyordum.
Ardında Rus havacılığı, mevcut ve gelecekteki programları
üzerine birkaç makaleden oluşacak bir seri kaleme alma düşüncesindeydim. Malum
ülkemizde de başta Su-27 ve MiG-29 türevleri başta olmak üzere, bu uçakların
görünüşüne ve fuarlardaki gösterilerine hasta olan bir kitle var. Fakat
Rusların ve bizim iş yapma yöntemlerimiz kökünden farklı. Bu yüzden Rus
havacılığının geçmişinden başlayarak geleceğe uzanan bir değerlendirmenin
gerekliliğine inanmıştım. Ayrıca Hindistan, Malezya, Endonezya gibi müşteri
ülkelerin de deneyimlerini incelemek istiyordum. Bu deneyimler ışığında da
diğer alt sistemler ve teknoloji tabanları hususuna giriş yapmayı, Rusların
hangi alanlarda yarıştan kopmuş gibi göründüklerini aktarmayı planlıyordum.
Ayrıca açılan bu makası telafi etmek için geliştirdikleri plan ve programları
da incelemeyi elbette. Ayrıca Hindistan’a çekilen Pak-Fa dümeni (?) başta olmak
üzere, B.A.E. ve farklı hususları da içerecek bir işbirliği ihtimal ve
tuzakları turu da atmayı istiyordum.
Son olaraksa Çin, Japonya, Güney Kore, Brezilya, Kanada gibi
düğer dünya ülkelerini dolaşacak ve potansiyel işbirliklerine bakacak bir ufuk
turu atmayı planlamaktaydım. Bu dünya gezilerinin sonucunda ise hususu Hürjet
açısından bir süzgeçten daha geçirmeyi, alternatif yerli işbirliği programları
çerçevesinde ulaşılabilecek şeylerin avantaj ve dezavantajlarını incelemeyi düşünüyordum.
Planladığım kapanış yerli savunma sanayi kuruluşlarımız açısından gerçekten
anlamlı bir analiz niteliği ve Pazar araştırması özelliği de barındıracaktı. Bu
şekilde konuyu kapatıp yeni makalelere yelken açmayı planlamaktaydım. Lakin arz
ettiğim üzere artık bu hususta yazmanın anlamı kalmadığı için zaman ve enerji
harcamayı de gereksiz görüyorum.
İnternet ve açık kaynakların varlığıyla şekillenen son 5-10
yılımız, havacılık teknolojileriyle ilgilenen bir gençlik kitlesi yarattı.
Fakat bu kitlenin bilgi ve erişimi geçmişi tam kavrayamamakta. Bunu bir örnekle
anlatmak isterim. Günümüzün popülerliği yükselmekte olan Fransız savaş uçağı
Rafale gibi. Fransa Eurogihter konsorsiyumundan ayrılıp kendi milli çözümünün
peşinde koşmaya başladığında önünde oldukça geniş bir yelpaze vardı. Bu
kapsamda şöyle bir plan yapmışlardı. Öncelikle Rafale tayyaresinin kara ve uçak
gemisi konuşlu katapult kullanabilen deniz versiyonlarını yapacaklardı.
Ardından ise bu uçağın “stealth” teknolojisine sahip bir versiyonunu
üreteceklerdi. Evet, yanlış duymadınız uçağın stealth yani radar ve sensörlere
yakalanmayan bir versiyonu üzerinde de ciddi ciddi düşünce sarf ediyorlardı. Fakat
proje gelişimi sırasında bazı gerçekleri acı biçimde fark ettiler ve stealth
versiyon düşüncesi tamamen unutuldu.
Bunun birden çok sebebi var. Zaten 4+ nesil milli bir uçak
geliştirmek için harcanan çabaların bile ülkeyi aşırı zorlaması bunlardan biri.
Fakat asıl faktör 5. Nesil için yapılacak tanımlamanın stealth’ın çok daha
üzerine çıktığını fark etmeleridir. Bu farkındalık ellerinde gerekli birikim ve
kaynağın olmadığı gerçeğine de ayılmalarını sağlamıştır. Ama zaman beraberinde
değişimi de getirir. Şu anda Almanya başta bazı Avrupa ülkeleriyle birlikte
geliştirmeye talip oldukları, 6. Nesil olarak nitelenen FCAS konseptinde, aynı
korkuların artık geçerli olmadığını görüyoruz. Yani biriken bilgi ve
kabiliyetler, aynı sebepler çerçevesinde, tamamen farklı sonuçlar üretebilir
hale geldi.
Dijital ve online bir kültüre doğru kaymakta olan çağımız,
ülkemiz dahil birçok yeni oyuncuya yüksek hayal gücüne sahip olacak imkanlar
sunmakta. Bu hayal gücünü realize etme noktasında da anlamlı ve fark
yaratabilecek araçlar. Evet, benim gibi eski nesilden kalma, bilgi kaynağını
kütüphanelerden, sektörel dergilerden, kaynak taramalarından, sahaflardan
topladığı yabancı yayınlardan sağmaya alışmış insanlar için, zorluklar ve
riskler fırsatlardan önce göze batıyor. Fakat aynı süreçte elde ettiğim
kültürel birikim bana şunu söylüyor. Çağ değişti, anlayışlar ve her şeyde
değişime mahkûm. Senin aklın ve tecrübelerin, seni bazı hususlarda pesimist bir
bakış açısına itebilir. Bu doğaldır. Ama unutmamalısın ki “At sahibine göre
kişner.” “At binenin, kılıç kuşananındır.” Yani yeni neslin, yeniçağlar için,
yeni şeyleri, doğru biçimde yapması da gayet mümkün. Yanılıp tökezler ise,
ayağa kalkıp tekrar yürümeye devam etmesi de büyük bir olasılık. Kısacası
kötümserliği abartmamak ve bu hususta olası tehlikeleri vurgulamak, yeni neslin
işini kolaylaştırmak dışında bir davranış içinde olmamak gerekiyor.
Zaten hayattaki her kararın kendisine göre artıları ve
eksileri vardır, değil mi? Önemli olan kararsız kalmamak. Bir yola bir niyetle
koyulmak. Eh günümüz gençleri de bir şekilde bunu yapabiliyor. Kalanı ise “Göç
yolda düzülür.” Misali bir şekilde olur gider inşallah. Artık bir yola çıktık
ve bu yolda yerli ve milli bir savunma sanayi kurmak mefkûresinden asla vaz
geçmemek gerekiyor.
Ümitsizliğe kapılmamakla birlikte kapanışımı şu gerçeği
vurgulayarak yapmak isterim. Hayatın getirdiği tecrübelerden birisi de, her
şeyin bir karşılığı olduğunu fark etmektir. Biz Türkler koca bir geçmişte koca
koca hatalar yaptık. Ama buradayız çünkü her hatanın bedelini ilave kan ve
canla ödedik. İleride de hatalar yapacağız. İleride de bunun bedelini ilave
canla ve kanla ödeyerek kapatacağız. Umudum ve duam odur ki bu işin muhasebesi
bize kaldıramayacağımız yükler yüklemesin. Talihin çarkına isabet edecek
canlardan biri de siz olmayın. Sağlıcakla, afiyetle ve muhabbetle kalasınız...
Aybars MERİÇ
teoriyi yok sayanlar teoriyi yeniden inşa ederler, meriç bey emeklerinize sağlık
YanıtlaSilcem mehmet baydur