7 Mayıs 2020 Perşembe

Farklı Bir Eurofighter Typhoon Yaklaşımı



Söz konusu uçak aslında kişisel olarak en karşı çıktığım alternatif tedarik önerilerinden biriydi zamanında. Zira pahalıydı, diğerlerine göre daha karmaşıktı, bakım ve idamesi daha zordu, başta harbe hazırlık oranı olmak üzere en çok şikâyet alan tayyarelerden biriydi. Fakat zaman her şeyi köklü biçimde değiştirecek güce sahip. Bu husustaki görüşlerimin de değiştiğini söylemem gerekir. Fakat bu değişimin hiç umduğunuz gibi olmadığını makalemi okuduğunuzda anlayacaksınız.

Öncelikle Eurofighter Typhoon’un geçmişine felsefik açıdan kısaca bir göz atalım isterim. Gerçek anlamda bir birlik olma yolunda ilerleyen Avrupa, müşterek savunma programlarıyla da bu durumunu sağlamlaştırmak ihtiyacı duymaktaydı. ABD’nin F-15, F-16 ve F-18 tayyareleriyle tanımladığı 4. Nesil ihtiyaçlara yönelik, ortak bir Avrupa Savaş Uçağı programının çıkması gayet doğal karşılandı. Zira eski ortak program ürünlerinin (Tornado, Jaguar, vs.) geleceğin ihtiyaçlarına cevap verme noktasında ciddi sıkıntıları vardı.

Bu kapsamda ülkeler bir araya gelerek kendi istek ve ihtiyaçlarını tartışmaya başladılar. Henüz Varşova Paktı’nın dağılmadığı, Rusların Su-27, MiG-29, MiG-31 gibi zamanına göre beklenmedik derecede kabiliyetli uçaklarla ortaya çıktığı ve Avrupa’nın ana kaygısının hala göklerini düşmandan korumak olduğu bir dönemden bahsediyoruz. Ayrıca bu dönemin belirleyici bir unsuru daha vardı. Bilgi ve İletişim teknolojileri, dolayısıyla da mühimmatlar yeterince gelişip olgunlaşmadığı için, bir uçağın kinematik özellikleri hala (hatta önceki nesillerden daha fazla) büyük bir öncelik arz ediyordu. Dolayısıyla bu kinematik özellikler uçağın tasarım felsefesini de direkt etkiliyordu.

Bu ortamda İngiltere, gerek 2. Dünya savaşındaki Britanya hava muharebelerinin etkisi, gerekse Tornado ADV uçaklarının kabiliyetlerinden memnuniyetsizliği nedeniyle, tasarım felsefesinin hava üstünlüğü ve önleme görevlerine doğru bir ağırlık kazanmasını savunuyordu. Bu düşüncesiyle Rus uçaklarıyla dişe diş mücadele edebilecek, felsefede F-15’in daha ufak, çevik ve Avrupalı bir dengini yaratmak, ayrıca hızla gelişmekte olan teknolojileri ve yenilikçi yaklaşımları da kullanarak bu tayyareyle gerçek bir 4. Nesil savaş uçağının anlamını tüm dünyaya göstermek istiyordu. Hala Afrika başta etki alanında hava-yer görevleri icra etmek isteyen, ayrıca çok rollü bir tayyarenin uluslararası pazarda daha çok tutulacağını düşünen Fransa ise, faklı bir tasarım felsefesi hususunda ısrarcı olmaktaydı. Aslında yerli ve milli imkânlarla havacılık teknolojisini çağa uygun biçimde geliştirirken, hem karadan hem denizden ihtiyaçlarını gidermek, bir nevi F-16/18 denginin Avrupa yorumunu yapmak amacıyla konsorsiyumdan ayrıldı ve tek başına yoluna devam etti. Zira diğer ülkelerin tercihleri de İngilizlere yakındı ve ellerinde yer saldırı görevlerinde kullanılabilecek çok sayıda uçak da mevcuttu.

Bu sebepledir ki havayı son derece güzel kavrayabilen, yüksek irtifalarda avantajlı ve keskin manevralarda tutunmakta zorluk çekmeyen, canardlarla desteklenmiş kanat yapısıyla Eurofighter ortaya çıktı. Ayrıca yükseğe çıktıkça düşen hava ve oksijen yoğunluğunu dengelemek üzere genişleyebilir hava alıkları vardı. Yakın hava muharebelerinde uçağın enerjisi oldukça önemli bir faktör olduğundan dolayı, güç/ağırlık oranını benzerlerinden daha büyük başarımla dengeleyebilecek, keskin manevralar sırasında kaybedilecek enerjiyi hızlıca yerine koyabilecek, son teknoloji ve yaklaşımlarla dizayn edilen bir motorla bu tayyareyi destekleyeceklerdi. Bu kapsamda neredeyse kendisini hava üstünlüğüne adamış, tek görevli ama oldukça etkin bir savaş uçağı ortaya çıktı. (Tranche 1) Fakat zamanın, direkt bu uçağın ardında yatan tasarım felsefesini hedefleyecek sürprizleri olacaktı.


Günümüzdeki modern Tranche 3 versiyonlarıyla çok görevlilik alanında epeyce yol kat etse bile, hava üstünlüğü görev profiline adanmış kinematikleri dolayısıyla, hala zorluklar çeken bir uçaktan bahsettiğimizi hatırlatmak isterim. Zaten bu sebeple soğuk savaşın sona ermesinden sonra kendisine dış müşteri bulma noktasında oldukça zor zamanlar yaşadı Typhoon. Çünkü artık tüm dünya çok görevli ve esnek uçaklar arıyordu. Açıkçası Amerikan dizaynları da bu hususta Typhoon’dan çok daha esnek ve zamana adapte olabilirliğini kanıtlamıştı.

Bu kapsamda ihtiyaç ve yeteneklerin değil, neredeyse tamamen politik ilişkilerin öncelikli olduğu bazı pazarlarda uçağın kendisine yer bulabildiğini görüyoruz. Türkiye’nin özellikle İtalya başta olmak üzere konsorsiyum ülkelerinden gelen birçok cazip teklifi geçmişte geri çevirmesi, Hindistan ihalelerinde uçağın birkaç sefer elenmesi buna örnek gösterilebilir. Dikkat ettiyseniz son siparişleriyle uçağın üretim hattını bir süreliğine kurtaran Almanya bile, hava-yer ve EH görevlerine yönelik olarak, ABD’den direkt F-18E/F/G uçakları almaya karar verdi. Fakat bu tayyarenin gelişim sürecinden yirmi yıl çalan zamanın, özellikle farklı ülkeler için farklı aktığı gerçeğini de göz önüne alırsak, Eurofighter Typhoon uçağına bu sefer olumlu bir sürprizi olabilir mi?

Bu konuda görüşlerimi beyan etmeden önce bir başka hususu vurgulamak istiyorum. Tayyarenin kinematik özelliklerinden bahsettik ama içinden de bahsetmemiz gerekir. Zira karşımızda ciddi isterlerle, büyük hedeflerle ortaya konabilmiş, çok uluslu bir uçak var. Elektronik ve Avyonik alanında bu hususlar, ciddi çabaları, ciddi bir uluslar ve firmalar arasındaki dağınıklılıkla birlikte ele almayı gerektiriyor. Özellikle maliyetlerin ve iş/zihin gücünün en pahalı olduğu Avrupa ülkeleri için bu durum, fiyatı arttırıcı bir faktör olmanın yanı sıra, tepki süresini yavaşlatmak, güncellemeleri geciktirmek, işleri idealinden daha karmaşık hale getirmek gibi yan etkileri de doğuruyor. Tek bir ülkenin kararları ve isterleri doğrultusunda şekillenen uçaklarda, bu dezavantajın minimize olduğunu görüyoruz. Kısacası bu tayyarenin içini ayrı dışını ayrı değerlendirmek gerekiyor. İş buraya geldiğinde ise insanın aklına şu soru geliyor: Acaba ülke olarak bizim kabiliyetlerimiz nedir?


Yakın geçmişten günümüze Türk havacılık tarihine şöyle bir göz atalım isterim:
  • İsrail’le birlikte gerçekleştirdiğimiz F-4E 2020 Terminator kapsamlı modernizasyon programıyla, bir tayyarenin içini donatabilecek kabiliyetleri kazanmaya yönelik anlamlı bir adım attık.
  • Söz konusu kabiliyetleri T-38 Arı yerli eğitim uçağı (F-5 temelli) modernizasyon projesiyle, özelleştirebileceğimize ikna olduk.
  • Elimizdeki F-16’ları yerli yazılımlarla uçurabilir miyiz sorusu kafamıza takıldı. Bu anlamda Özgür (1. Faz diyelim buna) projesini başlattık. Başardık da hani.
  • Ardından T-129 Atak programı geldi. Bu program vasıtasıyla dört başı mamur bir avyonik ve elektronik işinin altından kalkabileceğimizi kendimize ve dünyaya ispat ettik.
  • Ardından aheste aheste devam etmekte olan C-130 Erciyes yerli modernizasyon programı gerçekleştirilme şansı yakaladı.
  • Bu süre zarfında tourboprop motorlu gelişmiş eğitim uçaklarını tamamen kendi ülkemizde tasarlayıp üretebileceğimizi fark ettik. Bu farkındalık bizi Hürkuş projesini gerçekleştirmeye itti.
  • Bu sırada üst komşumuz Ukrayna’nın Antonov firması, Suudi Arabistan’ın da finansal desteğiyle, An-132’nin komple batılı avyonik ve motorlarla güncellenen D versiyonunu çıkarma projesine başladı. Avyonik işini A’dan Z’ye biz aldık. İşin hoş tarafı Antonov ile de kimyamız çok uyuştu. (Proje 2019 başlarında Suudi kaynaklı sebeplerle iptal edilmiştir.)
  • Bu arada zamanın gelişen ve değişen ihtiyaçları, isminde bir değişim olmasa bile Özgür projesini köklü biçimde etkilemişti. (AESA radar dahil dört başı mamur bir proje olduğu için buna 2. Faz diyelim.) Ankara semalarında işittiğimiz sonik patlama sonrasında bu husustan da haberdar olduk.
  • Derken çok iyi anlaşmaya başladığımız Ukrayna ile An-178 nakliye uçağının komple avyonik süitine yönelik bir anlaşma imzaladık. (Belki dört motorlu An-188’de kapıda bekliyordur, kim bilir?)
  • Ardından Atak ışığında şekillenen, içi dışı tamamen özgün tasarım T625 Gökbey helikopterini uçurmayı başardık.
  • Gözümüzü gayet mantıklı projeler olan Hürjet ve MMU/TF/X ufkuna diktik…

Her uçağın kendisine özgü nazları niyazları olması gayet doğaldır. Bunlar genellikle ilk servise girdiği yıllarda yoğunlaşır ve zamanla problem olmaktan çıkarlar. Çünkü yer ekibi de, uçucular da, üreticiler de artık tayyarenin nazına niyazına nasıl cevap vereceklerini öğrenmiş hatta sistematiğe bağlamış olurlar. Dolayısıyla nazı niyazı belli bir airframei envantere almanın da kendisine göre bazı avantajları vardır.

Gövde ve motor olarak Eurofighter’ı bu kapsama giren bir uçak olarak değerlendirebilir miyiz? Bu soruya evet cevabı verdiğimizi var sayalım. Ayrıca uçağın hava üstünlüğüne ve önleme görevlerine gayet yatkın dizaynının, ülkemizin güncel ihtiyaçları için kabul edilebilir hatta bazı açılardan avantajlı olacağını var sayalım. Geriye kalan uçağın içi ve yazılımı oluyor değil mi? İşte burada önerimin farklılığı devreye girmeye başlıyor. Şöyle bir model hayal etmenizi rica edebilir miyim?


  • Tüm fikri mülkiyet haklarıyla birlikte Eurofighter Typhoon uçağını kâğıt üzerinde satın almış olsak.
  • İkinci el 4-5 Tranche 1 tayyaresini de transfer etsek.
  • Bu tayyareleri test bad olarak kullanarak, uçağın içini komple yerli elektroniklerimizle donatmaya başlasak.
  • Yerli dengi olmayan ya da yetersiz kalan tüm alt sistemler için, transfer ettiğimiz bilgi, teknoloji ve kodları, çözmeye, özgünleştirmeye, yerlileştirmeye daha da geliştirmeye mesai harcasak.
  • Bunu minimum kablaj bağlantı standardı değişikliğiyle yapmaya çalışsak.
  • Bu süre zarfında da gövde ve motor özelinde bizde olmayan hangi teknolojileri kazanabiliriz kısmının sıkı pazarlığına otursak.
  • Ardından Avrupa ülkelerinin kurtulmak istediği Tranche 1 modellerinin transferinin ardından, Türk tipi ve Özgür bir modernizasyonu ya da Türk tipi bir Tranche 3T (4T belki) yeni tayyare üretimi, ya da her ikisi karma biçimde gerçekleştirmek üzere bir savunma programı ortaya koysak.


Sizce mantıklı olur muydu?..

Açıkçası böylesine bir iş için, milli çıkar ve imkânlarımızla tamamen uyumlu bir zaman tablosu ortaya koymamız mümkün olacaktır düşüncesindeyim. Bu işten kazanımlar da sağlayabileceğimiz ortadadır. Elbette daha önce bahsettiğim ve daha sonra da bahsedeceğim alternatifler de mümkün. Ama Eurofighter özelinde düşünecek olursak, bu tayyareyi olduğu gibi almakla bir şeyler kazanma ihtimalimizi düşürürken, adaptasyon süremizi de hayli uzatırız kanaatindeyim. Ayrıca daha önceki yazılarımda bahsettiğim üzere, alternatif bir insanlı savaş uçağı projesinin varlığını da gerekli görmekteyim. 

Açıkçası bu tip farklı bir Eurofighter Typhoon yaklaşımının, Avrupa ülkeleri tarafından da kabul edilebileceğine inanıyorum. Belki bir yıl kadar önce konuşsaydık pek mümkün olmayabilirdi. Fakat hem Covid-19 sonrası değişmeye başlayan dünya hem de Avrupa’nın yakın gelecekte yaşayacağı dalgalanmalar, söz konusu ülkeleri ister kendi standartlarında, isterse özgün standartlarda, yanı başında güvenilir ve kaliteli bir alternatif imalat hattı bulundurma noktasında, ikna edebilecektir. Özellikle Almanya, Hollanda, Baltık Ülkeleri ve hatta aramızın görece iyi olduğu İtalya ve belki İspanya da bu husustaki girişimimize destek verebilecektir

Arayı açtığım için kusuruma bakmayınız. Bir sonraki yazımızda görüşmek üzere, sağlıklı, afiyetli ve huzurlu günler dilerim.

Aybars Meriç

1 yorum:

  1. Maliyet ve zaman etkinliği önemli. Birde cov id sonrası Avrupa ne hale gelecek önemli. Şuan ki ekonomik göstergeler bize bu uçağı vermezler gibi gösteriyor. Ama yarin neler olucak kim bilir.

    YanıtlaSil

Yeni Tip Savaş Uçağı Program Önerilerine Veda

Bildiğiniz üzere bloğumda bir süredir hava kuvvetlerimiz için alternatif savaş uçakları konusunu işliyordum. Bu hususta epey makale konu...