Ülkemizin yakın gelecekte sıkıntıya yol açması muhtemel olan
savaş uçağı eksikliğini gidermeye yönelik, oldukça farklı bir alternatifle
karşınızdayım. Retroproduction, Reproduction ya da farklı şekilde
tanımlayabilirsiniz ama acaba üretimden kalkmış ama kendini ispatlamış güvenilir
bir eski platformu, modern çağa uygun alt sistemlerle donatarak tekrar üretim
hattı açmak mantıklı olabilir mi? Hele ki bu platformun doldurduğu alan, yeni
nesil başka bir savaş uçağı tarafından doldurulmamışsa ve hala boşsa? Gelin bu
hususta birlikte zihinsel bir mesai harcayalım.
Savaş alanına dâhil olduğundan beri uçakların en büyük
bağımlılıklarından biri, daima iniş kalkış yapabilecekleri pistler olmuştur. Bu
pist gereksinimi nedeniyle hava üsleri planlanmış ve inşa edilmiştir. Hava
kuvvetleri bu üs yapılanmaları çerçevesinde şekillenmiş, zaman içinde kendisine
özgü bir kültür oluşmuştur. 1. Dünya savaşının çok kanatlılarından, gelişmiş
içten yanmalı motorlarla 2. Dünya savaşı pervanelilerine, oradan jet çağına
geçiş yapsa da, yapısal, elektroniksel, konseptsel tüm değişimlere rağmen,
pistler hep hayatımızda var olagelmişlerdir.
Elbette teknolojik gelişmenin paralelinde bu bağımlılıktan
kurtulma yolları da aranmaya başlamıştır. Özellikle soğuk savaş dönemi
Almanya’sı, yanı başındaki ezici Sovyet kuvvetlerinin hava tehdidi altında,
pistlere bağımlı olmadan operasyon icra etmek için birçok araştırma projesine
başlamıştı. Elbette bu ihtiyaç birçok diğer devletin de gündemindeydi. Fakat teknolojik altyapı açısından yeterlilik
ve yenilikçi düşünme kapasitesini birlikte taşıyabilen ülke adedi oldukça sınırlıydı.
Savaş yorgunu Almanya bu hususta başarılı bir ürün ortaya koyamadı. Fakat
eskisi kadar güçlü olmasalar da, donanma kuvvetine hala büyük önem veren
İngilizler, hayallerindeki küçük uçak gemilerinden harekât icra edebilecek
savaş uçaklarını hayata geçirebildiler. Bu tayyare STOVL sınıfının öncüsü
Harrier idi.
STOVL şu anlama gelir: Short Take Off and Vertical Landing.
Yani kısacık pistlerden kalkabilen ve helikopter gibi dikine iniş yapabilen
savaş uçağı. (VTOL olarak nitelendirmemeyi tercih ediyorum. Çünkü gerçek
hayatta savaş yükü taşıyarak ve yakıt dolu havalanması gerekiyor.) Bunu mümkün
kılmak için birçok farklı yaklaşım yolu benimsenebilirdi. Çeşitli ülkeler bu
farklı yaklaşımları denemişler ama seri üretilip envantere girecek kadar
kabiliyetli bir uçak henüz üretememişlerdi. İngilizler bu işe yenilikçi bir
motor teknolojisi ile başlamanın gerektiğine inandılar. Bu nedenle önündeki
hava alığından aldığı akımı, yakıt marifetiyle hızlandırarak arkasından veren
bir jet motoru yerine, onu parçalara bölerek yönlendirebilen farklı bir jet
motoru tasarladılar. Oldukça meydan okuyucu bir süreç sonrasında ortaya çıkan
Rolls-Royce Pegasus 30 tasarımı, üzerinde sağlam bir uçak inşa edilecek kadar
sağlıklı çalışmaktaydı.
Henüz dizayn aşamasındayken ABD deniz piyadelerinin de yoğun
ilgisine mazhar olan bu uçak, ufak çaplı uçak gemileri istihdam eden başka
müttefik ülkeler tarafından da kullanıldı. Lakin 1967’de ilk uçuşunu yapan ve
oldukça eskiyen tayyareler, günümüzde sadece çok kısıtlı sayıda kaldı ve birçoğu
emekli edildi. Kalanların ise uçuş saatleri oldukça az ve emeklilikleri çok
yakın.
Günümüzde ABD ve İngiltere’nin bu uçağın yerine JSF
programının ikinci tip uçağı olan F-35B tayyaresini istihdam etmekte olduğunu
görüyoruz. Açıkçası JSF programının bir parçası olarak ülkemizin de bu
uçaklardan temin etme düşüncesi mevcuttu. Bu nedenle TCG Anadolu gemisi
üzerinde SkiJump özelliği istendi. Fakat ABD ile ilişkilerimizde oluşan derin
çatlaklar, ülkemizin başlangıcından beri ortağı olduğu bu programdan çıkarılmasına
sebep oldu. Fakat ulusal çıkarlarının giderek daha fazla peşinde koşmaya
başlayan ve savunmasını ülke dışından başlayarak organize etmek zorunda kalan
ülkemiz için, STOVL tayyare ihtiyacının arttığını söylememiz mümkündür.
41 yıl alanında rakipsiz bir uçak olarak kaldıktan sonra,
F-35B ile halefine kavuşan Harrier, aslında halefinden daha farklı bir mantık
üzerine çalışan bir tayyaredir. F-35B ana motoru aşağıya yönlendirilebilir tek
bir egzoza sahiptir. Dikey iniş kalkış aşamasında, Pratt&Whitney F-135
motoru, kendisiyle göbekten bağlı bir başka kaldırma fanından faydalanır.
(Rolls-Royce Hubfan) Kokpitin arkasında yukarı doğru açılan kapak, bu kaldırma
(lift) fanının hava alığıdır. Bu yöntem sayesinde F-35B tayyaresi, düz uçuşta
ses hızını aşabilir. Harrier gibi yüksek subsonik hızlarda takılı kalmaz. Bununla
beraber pek bilinmeyen bir gerçek vardır. Harrier’in özgün tepki yönlendirme
sistemi, bu uçağa özel, hava savaşı ve kaçınma manevralarını mümkün kılar.
F-35B ise sadece konvansiyonel uçakların sahip olduğu manevra çözümlerle
yetinmek zorundadır.
Karşımızda eski de olsa güvenilirliğini kanıtlamış bir
teknoloji, sağlam ve işlevsel bir uçak vardır. Ayrıca uçağın tüm fikri mülkiyet
haklarına sahip olan İngiltere ile de aramız iyidir. İşte bu nedenle şu soruyu
gündeme getirmek istiyorum: Harrier, gelişmiş teknolojilerin de dahliyle, yeniden
üretime sokulabilir mi? Bu uçağı günümüzde bile özel kılan unsurlar, geleceğin
savaş alanlarında da kendisine bir yer bulabilir mi?
Öncelikle bu tayyareyi mümkün kılan motor konusuna eğilmekte
fayda var. Kendini ispatlamış bir cihaz olduğu için, yeni bir motor arayışına
gitmeyi de, üzerinde radikal değişiklikler yapmayı da gerekli görmüyorum.
Sadece yeni materyal ve üretim teknik ve teknolojilerinin ilavesiyle,
güvenilirliği zedelemeyecek biçimde, üretici Rolls-Royce firmasıyla birlikte
bir etüt gerçekleştirilebilir. FADEC diye tabir ettiğimiz dijital kontrol
sistemleri ilave edilerek, mevcudun belki biraz üzerinde güce sahip, az riskli
bir yaklaşım benimsenebilir. Bu sayede tayyareyi havaya çıkaracak ve orada
tutacak bir güç paketi elde edilmiş olacaktır.
Gövde dizaynında da radikal değişiklikler yapmak gerekmez.
Fakat malumunuz komposit başta olmak üzere materyal ilmi hayli ilerlemiştir. Bu
tip malzemeler kullanılarak boş ağırlık eski modellere göre hayli
düşürülebilir. Kazanılacak rakam yakıta aktarılırsa menzil değerlerinde ciddi
bir iyileşme elde edilecektir. Ayrıca minimize edilecek ve büyük çoğunluğu
kablolu uçuş sistemleriyle (fly by wire) değiştirilecek hidrolik altyapı,
elektrik tahrikli yüzey kontrol elemanları, ağırlığın azaltılmasında bir başka
majör unsur olarak ortaya çıkacaktır. Havayı daha iyi kavrayacak birazcık daha
geniş kanatlarla uçak manevra yeteneğini artıracaktır. Hatta ana kanatlar tek
bir komposit kalıpla dökülerek gövde ile birleştirilebilir. Bu sayede üretim hızı
yükseltilirken, maliyeti de düşürülecektir ki tayyarenin tasarımı buna
müsaittir.
Hürkuş, Hürjet, F-16 Özgür ve MMU/TF-X programları
kapsamında birçok yerli ve gelişmiş alt sistemleri hayata geçiriyoruz. Yerli
havadan havaya ve havadan karaya geniş bir mühimmat ailesi de yaratıyoruz. Hal
böyle iken AESA radar’dan tutun, elektronik harp ve öz savunma sistemlerine
kadar, tayyareyi istediğimiz gibi şekillendirme kabiliyetine sahip olacağımız
muhakkak. Elbette 5. Nesil uçaklar gibi radara yakalanmama (stealth) özelliği
bekleyemeyiz. Lakin bu uçağın da kendisine göre farklı avantajları olacak.
Önemli olan zaten farklı avantajlara sahip olan platformları, özel bir tarifle
karıştırarak en güzel yemeği pişirmek değil midir?
Bu tayyare ile Deniz Havacılığımızı yeniden tanımlama /
yaratma şansını yakalayabiliriz. Sadece Anadolu gibi deniz platformlarından
değil, kıyılara yerleştireceğimiz kısa pistlerden de harekât icra edebiliriz.
Bu sayede çevremizdeki tüm denizlerde ciddi bir harekât üstünlüğü kurmamız
mümkün olacaktır. Ayrıca eldeki uçakların tipsel ve işlevsel farkları, hava
kuvvetleri ve deniz kuvvetleri arasındaki çekişme ve rekabetin de önüne
geçecektir ve deniz havacılığımızın yeniden yapılandırılmasını
kolaylaştıracaktır düşüncesindeyim.
Bu nedenle TCG Anadolu ve muhtemel gelecekte de Trakya
gemileri üzerinde kullanılmak üzere, 12’şer adetten terkip iki mikro filo ve 12
adette yedek uçakla, toplam 36 adetlik (3 filo) bir ilk sipariş önermekteyim. Buna
çift kişilik eğitim versiyonlarından oluşan 12 adetlik bir eğitim filosu
eklenirse, siparişin yekûnu 48 adede ulaşacaktır. Bu sayıyla seri üretim hattını
açmak mantıklı ve maliyet etkin bir başlangıç olacaktır. Tamamı Ege ve Marmara
bölgesinde konuşlandırılacak tayyareler, batı cephesindeki hava harekat
yükümüzü hayli hafifletebilir. Ayrıca deniz kuvvetleri ve hava savunma
unsurlarıyla birlikte çalışma kültürüne sahip, yeni nesil Türk havacılığının
temellerini de, yeni nesil pilotlarla atabilir.
Ülkemiz sınırları ötesinde birçok askeri üs tesis etmeye
başlamıştır. Günümüzde Libya’daki iç savaşa müdahil olduğu gibi, gelecekte de
farklı ve karmaşık çatışma bölgelerine asker sevk etmek zorunda kalabileceği
aşikârdır. Bu gibi durumlar için, yine deniz havacılığı bünyesinde
teşkilatlanacak 12 adetlik mikro filolar halinde, ilave 36 adet Harrier jetine
sahip olmak, bize büyük bir avantaj kazandıracaktır kanaatindeyim. Ayrıca Katar
gibi uzun süreli üs tahsis ettiğimiz birçok ülke, potansiyel düşmanlarının
oldukça yakınında, tabiri caizse koyun koyunadır. Bu gibi üslerdeki
askerlerimizin ve dahi üslerimizin güvenliği için STOVL tayyareler, klasik
savaş uçaklarının sağlayabileceğinden çok daha ciddi avantajlara sahiptirler.
Açıkçası bu 36 adetlik ikinci paket siparişi önerimin
ardında yatan bir sebep daha vardır. Malumunuz savaş uçağı temin programları,
zaman isteyen karmaşık süreçler gerektirmektedirler. Bir ülke yakın gelecekte
savaşa yönelebilecek ciddi bir krizle karşılaşacağını bilirse, elbette
savunmasını güçlendirmek isteyecektir. Örneğin TSK muhtemel bir savaşa
hazırlanıyor olsa, ABD ya da bir başka ülkenin envanterindeki F-16’lardan 2.El
bile olsa satın almak ve hava kuvvetlerini hızlıca güçlendirmek ister. Burada
sorun elindeki uçağı satmaya gönüllü ve ihtiyaç fazlası tayyaresi bulunan bir
ülke bulabilmektir. Türkiye gibi gelişen savunma sanayisine sahip olan
ülkelerin, silah sistemlerini dışarıya satabilmesi birçok faktörden etkilenir.
Müşteri kredi açmanızı ve bu sayede taksitli ödeme kolaylığı sunmanızı
isteyebilir. Bunun gibi sayısız ekonomik, siyasi, teknolojik, vs. faktör
vardır. Fakat elde hızlıca müşteriye sunulabilecek hazır bir tayyare stoku
bulundurmak, bizim için savunma sanayimizi geliştirmek adına alternatif bir
model bulmak anlamına da gelir. Bu gibi arayışları günümüzde birçok alanda
görmekteyiz. Örneğin Mısır, İtalya’nın kendi donanması için üretmiş olduğu iki
Fremm Firkateynine talip olmuştur. İtalya bu gemileri satarsa elbette kendisi
için yenilerini inşa edecektir. Ayrıca bu satıştan, standart bir siparişe
nazaran çok daha fazla kar edecektir.
Modern muharebe sahasının bir diğer ihtiyacı da insansız platformlarda
yatmaktadır. Burada klasik bir SİHA operasyonu kastettiğimi sanmayınız. Tamamen
insansız hale getirilmiş bir Harrier Jeti hayal edin. Pilot ve Avyoniklerden
kazanılacak alan da yakıt başta faydalı yüklere tahsis edilmiş. 5. Nesil MMU
gibi bir uçağın en büyük zafiyeti gövde içinde taşıyabileceği faydalı yükün
kısıtlı oluşudur. Dalga dalga gerçekleşecek bir hava savaşı senaryosunda dahi,
diğer dalga gelene kadar ciddi bir zafiyet oluşturur. Bu tip bir platform,
savaş alanlarına en yakın noktalardan kalkıp, ağ destekli harp çerçevesinde tüm
silah yükünü MMU ve diğer uçaklarımızın hizmetine sunabilecektir. Yüksek ses
altı hızın dezavantajını yakınlıkla giderecek, ayrıca radarda görünür olması
sayesinde, düşmanın dikkatini kendi üzerine çekerek havada pusu kurmak gibi
taktikleri uygulayabilmemizi sağlayacaktır. Üzerindeki radar ve sensorlar ile
asıl savaş uçaklarımızın görünmezlik kabiliyetlerini bozmadan operasyona devam
edebilmelerini sağlayabilecektir.
Ayrıca eğer bu tayyarenin üretim hattını ülkemizde diriltmeye
karar verirsek, birçok dış satış ihtimali yakalayacağımızdan da kuşku
duymuyorum. Bu potansiyel pazarların arasında uzak doğu ülkeleri oldukça
dikkati çekmektedir. Bu ülkelerin birçoğu için bu tip NATO standardı bir uçak,
hem doğu hem de batı yapımı her türlü savaş uçağına karşı koyabilecek Türk
silah sistemleriyle birlikte, en çekici alternatif haline gelebilir. Özellikle
devasa bir donanma kurmakta olan Çin’e karşı tüm bölge ülkelerinde güvenlik
kaygıları en üst seviyeye çıkmıştır. Kalabalık ve güçlü bir düşmana karşı,
vakti zamanında Alman’ların içine düştükleri gibi, düşmanın yoğun baskısı
altında operasyonlarına devam edebilecek bir hava gücü oluşturabilmek, ancak
STOVL tayyareler ile mümkün olabilir düşüncesine yönelebilirler. Bunun için önce
ürüne sonra da doğru pazarlama stratejilerine ihtiyacımız vardır. Ayrıca pasifik
ülkelerin elini güçlendirecek her türlü silah ve platform satışı, batılı
müttefiklerimiz tarafından hoş karşılanacak ve destek görecektir. Silah
satışlarıyla politik tercihlerin iç içe girdiği çağımızda, bu yadsınamayacak
kadar önemli bir faktördür.
Sonuç olarak: Silah sistemleri kolay kolay eskimezler.
Özellikle söz konusu havacılık platformlarıysa. Örneğin 1950’lerin
teknolojisiyle üretilen F-4E Phantom uçaklarını modernize ettik ve halen
verimli bir şekilde kullanmaktayız. Bu nedenle baştan modernize edilmiş,
1960’ların teknolojik temeline dayanan bir uçağı, tekrar diriltmenin mantıksız olmadığına
inanmaktayım. Ama bu daha önce örneği görülmemiş ve denenmemiş bir hamledir.
Günümüzde ülke olarak ister kendi geliştirdiğimiz bir ürün
ister dışarıdan satın aldığımız bir sistem olsun, tüm savunma ihtiyaçlarımızda
maksimum milli fayda ve kazanım sürecini öne almaktayız. Bu önerinin de aynı
amaçlara hizmet edeceği kanaatindeyim.
Bir sonraki makalemde, tamamen farklı ve alışılmadık bir
Eurofighter programı önerisi ile karşınıza çıkmayı planlıyorum. Bu şekilde
Avrupa kökenli alternatif program önerilerini tamamlamış olacağım. İleride
diğer coğrafyalara da bakmak ve düşünce dünyanızı zenginleştirmek arzusundayım.
Eğer öncelik vermemi istediğiniz bir tayyare ya da ülke varsa, bunu dikkate
alacağım. Bu nedenle yorum yapmaktan kaçınmamanızı rica ediyorum. Sağlıcakla, saygıyla,
afiyetle ve muhabbetle kalasınız.
Harrier seçeneğini çok düşünen biri olarak, Harrier yerine daha gelişmişi olacak olan ama iptal edilen Hawker Siddeley p.1154 öneriyorum.
YanıtlaSilhttps://en.m.wikipedia.org/wiki/Hawker_Siddeley_P.1154