2 Şubat 2020 Pazar

Yeni Bir Savaş Uçağı Programı Hakkında Düşünceler - 2


BÖLÜM 2 – OYUN TEORİSİYLE ZENGİNLEŞTİRİLMİŞ HAVA HARBİ SENARYOLARI


Gelin öncelikle gerçek dünyayla pek alakası olmasa bile matematik bir hesap yapalım. Bir bilgisayar oyunu tasarlıyor misali algoritma kurmak istiyorum. Örneğin her uçağın birim gücü 10 olsun. 100 uçak 1000 birim güç eder. Bunlar birbiriyle denk biçimde kapışırlar ise kayıp oranı %40 olsun. Yani iki adet 100 uçaklık hava kuvveti çarpışırsa, ilk çarpışmadan sonra her ikisinden de 60’ar uçak elde kalsın. Eğer bir güç diğerinden %50 fazla olursa, kalabalık tarafın kaybı %20’ye düşsün, diğer tarafın kaybı da %60’a çıksın. Yani 150 uçak ile 100 uçak karşı karşıya geldiğinde, 150 uçaktan 120 adedi elde kalsın, 100 uçaktan ise 40 adedi. Eğer taraflardan biri diğerinin iki katı olursa da bu oranlar %10’a %80 olsun. Böyle bir durumda eğer bahsettiğimiz 150’ye 100 uçaklık kuvvet, tekrar havalanır ve çarpışır ise, zayıf tarafın elinde 5-6 tayyare ancak kalacaktır. Yani ilk çarpışmadan sonra zayıf tarafın yenilgiye sabitlenen kaderi mühürlenmiş olacaktır.

Elbette gerçek hayata daha fazla benzetmek için algoritmayı zenginleştirebiliriz. Mesela bir taraf diğerine baskın yapmayı başarır ise uçak güç çarpanlarını 2,5 katı alabiliriz. Yani 100 birim uçak 1000 değil 2500 birim güç üretir. Hava savunma sistemlerini, güç çarpanlarını (enteresan bir isimlendirme olduğunu fark ettiniz değil mi?), saldırgan ya da savunan taraf olmanın doğasını, harbe hazırlık yüzdesini vs. birçok şeyi de algoritmamıza eklememiz mümkündür. Fakat sonuçta bu kurgu oyunumuzda bile gerçekten önemsememiz gereken bir taraf vardır. İki rakip taraf da kendi katsayılarını mümkün olduğu kadar yüksek tutarak savaşa girmeyi hedefleyecektir.

F-16’LARIMIZ ve HAVA SAVAŞININ DOĞASI ÜZERİNE

Bu oyundaki katsayıyı yüksek tutma durumundan, gerçek hayattaki bir realiteye geçiş yapalım isterim. Örneğin elimizdeki F-16 filosu toplamda 4 parça halinde ve yıllara yayılan bir üretim süreci sonunda hizmete alınabilmiştir. Peace Onyx programları ile envantere kazandırılan uçaklar, siparişlerinden teslim alınmalarına kadar önemli bir süreç geçirmişlerdir. Yeni bir savaş uçağını ister dışarıdan alım olarak sipariş verelim, istersek kendimiz üretelim bu zamana yayılmış sürecin bir benzerine, aynen katlanmak zorunda kalacağız. Altyapı ve Ar-Ge masraflarından kurtulmak amacıyla 240 adet daha F-16 sipariş verdiğimizi düşünelim. Bunun üretimine ancak bir yıl kadar sonra başlayabilir ve yılda 24 adetten 10 yılda uçakların tamamını envantere katabiliriz. Toplam 11 yıl zaman alır o da en iyi ihtimalle.

Ama bu sırada ülkenin biriyle sıcak bir savaşa girmek zorunda kaldığımızı var sayalım. Bu savaş sırasında bırakın yeni bir uçak üretmeyi, füze dahi üretecek vakit bulamayız. Günümüz savaşları çok hızlı ve yıkıcı gerçekleşmektedir. Bu nedenle savaş sonrasında da eski üretim kabiliyetimizi ve gücümüzü korumamız mümkün olmayabilir. Bu nedenle A ülkesiyle savaşa girsek, elimizdeki 100 uçaktan yarısını koruyabilsek, ama savaşı kazansak. Elinde 150 uçak bulunan B ülkesi için çok daha kolay bir hedef haline geleceğimiz aşikârdır. Elbette potansiyel düşmanlar, onurlu şövalyeler misali yıllarca bekleyerek hava kuvvetlerimizi yeniden inşa etmemize izin vermezler. Ülkemiz üzerinde kötü düşüncelere sahip iseler, en zayıf anlarımızı kollayarak bu emellerini gerçekleştirmek isterler.

Özetlemek gerekirse ülkeler barış zamanında sanki ileride mutlaka savaşacakmış gibi düşünce zemini çizerler. Bu zemin üzerine savunma felsefesini ve politikalarını yapılandırırlar. Bu felsefe ve politikalar üzerine de bir silahlanma programı hazırlarlar. İmkânları elverdiği ölçüde bu silahlanma programını uygularlar. Bu sayede caydırıcı olmak asıl hedefleridir. Fakat savaş başladığı anda ellerindeki imkân ve kabiliyetlerle sonuç almak zorunda kalırlar. Size ait olmayan bir silah ya da platformu alamaz ve kullanamazsınız. Elinizdekilerle zafer kazanacak ya da yenilgiyi tatmak mecburiyetinde kalacaksınız. Hayatta kalırsanız ancak savaştan sonrası için bir başka uzun vadeli plan ya da program düşünebilirsiniz.

Fark ettiğim nokta şu: Biz savunma ve güvenlik politikalarımızı en temelinden itibaren değiştiriyoruz. Aslında yaptığımız ve altına girdiğimiz işlerin, köklü felsefi bir değişim olduğunun da tam olarak farkında değiliz. Sadece sanki girişimlerimizin ardında bir derin düşünce varmış gibi anlık hareketlerde bulunuyoruz. Fakat savunma konseptimizi ve silahlanma politikalarımızı hala eski düşünceye ve aynı kalıplara göre hazırlamaya devam etmekteyiz. Yani ister mecburi ister tepkisel olsun, ortaya koyduğumuz plan ve programlar, geçmiş harekât konseptlerinin revize edilmiş yansımalarından ve gelişmiş ülkeleri taklit yeteneğinden ibaret. Ayrıca bacaklarımızı dışarıya doğru açarken sahip olduğumuz duruş değişiyor. Bu değişen gardın kendine göre dezavantajları da var ve biz bunları henüz tam olarak kavrayamadık kanaatindeyim.

BÜTÇE NE KADAR ÖNEMLİ?

Artık dikkate almamaya karar verdiğim bir husus da şu: Bütçe. Bir yıl kadar önce tüm düşüncelerimi ülkemiz ekonomisini zorlamamak üzerine kurgulamayı tercih ediyordum. Bilinçsiz bir algıda seçicilik durumunda idim anlayacağınız. Fakat şunu fark ettim. Ülke olarak öyle saçma sapan işlere öyle devasa bütçeler yatırıyoruz ki. Öyle devasa kaynakları batırıyoruz ya da üzerini çiziyoruz ki. Konu savuma olduğunda ekonomik öncelikli düşünmenin çok da lüzumu yok.

Geçmişte boşa harcanan, üzeri çizilen kaynakların cüzi bir kısmı bile sıfırdan bir hava kuvvetleri ve hava savunma organizasyonu kurmaya yeterdi. Öyleyse neden boşuna bekliyor ve son derece önemli bir “zamanı” kaybediyoruz?

5. NESİL UÇAKLARLA HAVA HAREKÂTI FELSEFESİ

Ulaştığım ve son derece önemli gördüğüm bir sonucu daha sizlerle paylaşmak istiyorum. Malum şu anda 5. Nesil stealth özellikli savaş tayyareleri servise girmekte. 6. Nesil savaş uçakları üzerinde ise, gelişen teknolojilerin de paralelinde çok daha devrimsel çalışmalar yapılmakta, çabalar sarf edilmekte. Radar ve diğer tip sensörlerden mümkün olduğunca kendini gizlemek, geç fark edilmek üzerine kurgulanmış bir hava kuvvetleri yapısı, doğası itibariyle ofansiftir. Bizim ihtiyaçlarımız ise hem ofansif alanda, hem defansif alanda hızla büyümektedir.

Fakat daha da önemli bir husus var. 5. Nesil savaş uçaklarını şekillendiren felsefeden tutun da, bunun saldırı ve savuma amaçlı kullanımlarına kadar geniş çapta bir tefekkür ve simülasyon süreci içine girdiğinizde, şunu fark ediyorsunuz. 5. Nesil olgulaşana ve 6. Nesil tayyareler yaygın kullanıma girene kadar geçecek sürecin önemli bir özelliği var. Bu 30-40 yıllık süre zarfında yeni nesil uçaklar, ancak 4+ Nesil ve radara yakalanmama derdi olmayan uçaklarla birlikte hizmet verdiğinde etkin olabilecekler. Evet, doğru okudunuz. Yaptığım tüm simülasyonlarda oldukça uzun süredir bu gerçeğin farkındayım. Sadece 5. Nesil tayyareler üzerine kurulmuş bir hava kuvvetleri asla 4. ve 5. Neslin karışımı ile hizmet verenler kadar etkili olamamakta. Ayrıca bu durumda bir kısım uçakları da radar ve diğer aktif sensörlerini açarak riske atmak gerekmekte. Hava savaş taktikleri de karma yapılı güçlerle çok daha etkili ve efektif dizayn edilebilmekte, çeşitliliği arttırılabilmekte.

Dikkat ettiyseniz ABD başta olmak üzere gelişmiş ülkeler, 4+ Nesil savaş uçağı programlarını sürdürmek ve üretim hatlarını kapatmamak için hala çaba sarf ediyorlar. F-15X gibi projeler stealth yapılı bir hava gücünün tamamlayıcısı olarak ortaya konuluyor. Bombardıman uçakları, insansız güç çarpanları vb. unsurlar da bu kapsamda planlanıyor, hazırlanıyor. Gelecekte deveye girecek birçok modernizasyon projesinde de bu ihtiyacın etkisini açıkça görmemiz mümkün olacak. Bu nedenledir ki MMU gibi 5. Nesil ve modern savaş uçağı programları bile, ancak ömürleri boyunca kendilerini tamamlayacak 4+ Nesil savaş uçaklarıyla gerçek etkinliğine kavuşabilecek. Elimizdeki F-16 filoları ise ister Özgür ister üretici ya da bir 3. Parti tarafından önerilen modernizasyon sürecine tabi tutulsun, bu ihtiyacı karşılayabilecek kadar uzun ömre sahip olamayacaklar kanaatineyim.

Malumunuzdur soğuk savaşın sonlarında ABD hava kuvvetleri iki temel tip uçak üzerine yapılanma tercihinde bulunmuştu. Hava üstünlüğü görevine yoğunlaşmış, yüksek irtifaları da kapsayabilen, çift motorlu ve daha ağır, bu şekilde çok daha gelişmiş ve nitelikli elektronik kapasiteye ve silah yüküne sahip F-15 filoları. Tek motorlu, görece olarak hesaplı, cephe hattı savaşçısı ve çok görevliliğe sahip, sayısal açıdan daha kalabalık F-16 filoları. Ruslar da benzeri bir ayrımı Su-27 ve MiG-29 ikilisiyle yapmışlardı. Gerçi Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde mecburiyetten ağırlıklarını Sukhoi tipine kaydırmak zorunda kaldılar ve MiG’ler biraz öksüz kaldı. Tam olarak benzeri bir durum arz etmiyor. Ama geleceğimizin hava gücünü düşünürken bizim de bu iki tip olayını kendimize göre revize etmemiz gerekeceği kanaatindeyim. Fakat bu sefer ayrımı motor sayısına, ağırlığa, görev farklılığına vb. hususlara göre değil, 5. ve 4+ Nesil olarak yapmamız gerekiyor.

MAVİ VATAN’I KORUMAK İÇİN, ÜZERİNDE UÇMANIZ ve SAVAŞMANIZ GEREKİR

Bölgemizde savaş riskimiz bulunan ülkelerin tamamına göz atarsak, oldukça kalabalık ve bizden daha modern hava kuvvetleriyle yüzleşmek zorunda kalabileceğimizi görüyoruz. Ayrıca yeni yeni hakkıyla fark ettiğimiz Mavi Vatan hususu nedeniyle, güvensiz alanlarda ve alışık olmadığımız konseptlerde, hava muharebelerini kabul etmek zorunda kalabileceğimizi öngörebiliriz.

Bu durumu tarihimizdeki Köroğlu’nun hikâyesine benzetebiliriz aslında. Köroğlu küçükken bir köpek dövüşüne şahit olur. Kocaman bir köpek sürüsü tek bir köpeğe saldırmaktadır. Normalde saldırdıkları köpeğin şansı bile yoktur. Fakat saldırıya uğrayan köpek bir fırsatını bulur ve sürünün arasından sıyrılır. Koşar ve arkasını yakındaki bir duvara verir, savaşmaya devam eder. Arkasındaki duvardan güç alan ve kararlı bir şekilde savaşan köpeğe güç yetiremeyeceğini anlayan sürü, bir süre sonra saldırısından vazgeçer ve gider. Köroğlu işte bu nedenle ardını Bolu dağlarına yaslayarak çok daha büyük güçlere karşı savaşabildiğini göstermiştir bizlere.

Evet, kendi topraklarında savaşı kabul etmek, düşman uçağını düşürebilseniz bile belirli bir zarar göreceğinizi baştan kabul etmektir. Fakat hem moral hem de anlamlı fark yaratacak üstünlükleri kurmanızı sağlar. Hava savunma unsurları gibi ilave aktörlerden faydalanabileceğiniz gibi, düşmanı da kolaylıkla hazırladığınız pusulara çekebilirsiniz. Fakat açık arazide denk ya da denge yakın koşullarda savaşmak farklıdır. Düşmanın alanına hücum etmek ve onun üstün olduğu ana vatanında savaşmak ise çok daha farklıdır. Özellikle nefesinizin (yakıt ve cephanenizin) kısıtlı olduğu, belirli ve kısıtlı sürelerde havada kalabileceğiniz hızlı bir hava harbinde.

Bu kapsamda önümüzdeki 30-40 yıllık sürece baktığımızda şunu fark ediyoruz. Hava harbine birden fazla dalgalar halinde yaklaşıp, her yeni dalga ile yakıt ve cephanesini tüketmiş önceki dalga uçakları cephe gerisine çekebilen, sürekliliği sağlayabilecek sayısal yeterliliğe de sahip olan, bir güç yapısı oluşturabilmek ve bunu bir müddet koruyabilmek gerekmektedir. Elbette zaman içinde insansız muharip uçakların da işe dâhil olmasıyla, teknolojinin yeni güç çarpanları sunmasıyla, bazı alanlarda kurulacak ve ileri hareket edebilen kara veya deniz konuşlu A2/AD şemsiyelerinin varlığıyla, bu ihtiyaç revize edilebilir. Fakat operasyon yapma ihtimaliniz genişlediğinde ya da hedef alanınız coğrafi açıdan uzaklaştığında, bu ihtiyacı aritmetik olarak arttırmak zorunda kalırsınız. Yani 1,2,3, diye değil, 2,4,8, şeklinde çoğalır. Ayrıca yoldaki potansiyel 3. taraf tacizcileri için de güç ayırmak zorunda kalacağınızı hatırlatmak isterim.

PARA MESELESİ

Ayrıca fark ettiniz mi bilmiyorum. F-16, Gripen ve JF-17’yi dışarıda tutarsak, günümüzde ister doğu ister batı yapımı olsun, modern bir savaş uçağının birim fiyatının yaklaşık 80 milyon dolar seviyesinde veya üstünde ve saatlik uçuş maliyetlerinin de 25.000 dolar üzerinde olduğunu söyleyebiliriz. Elbette o tayyarenin, onu ortaya koya ekolün, sahip olduğu ilave teçhizat ve silahların da kendisine göre farklılıkları olacaktır. Bu farklılıklar sizin harbe hazırlık oranlarınızı da etkileyecektir, eğitim ve destek altyapınızı da. Fakat ben nedense fiyatlar bakımından çok ciddi bir fark göremiyorum. Hariç tuttuğum üç tayyare ise, üretim adetleri ve destek altyapısı nedeniyle, uçuş maliyeti olarak avantaj sunan yapıdalar. JF-17 satın alma aşamasında da şimdilik kaydıyla ciddi anlamda ucuz. Fakat F-16 ve Gripen’in modern versiyonları satın alma fiyatı açısından da diğer uçaklardan pek aşağı kalır değiller.

Elbette bir uçağı satın almanın ve envantere katmanın maliyeti bu kadar basit değil. Birçok farklı katmandan oluşan karmaşık bir süreçler bütünü. Yani aldım fiyatı bu, uçurdum saat başı fiyatı da şu diyemiyorsunuz. Altyapı ve insan kayaları başta olmak üzere birçok masraf kapıları ve enerji harcanması gereken hususlar da var. Ayrıca hava üslerinizi de bu uçağı işletebilecek şekilde modernize etmeniz gerekmekte. Fakat enteresandır gelişen teknolojiyle birlikte, fiyatlarda da, özelliklerde de, beklentilerde de ciddi bir benzeşme var. Elbette astarı yüzünden daha maliyetli hale gelen, doğru yönetim ve yaklaşımla ele alınmamış, birçok örnek proje de karşımızda duruyor. Bunların çoğunluğunu da, bahsettiğim yönetim ve yaklaşım vurgusunu hatırlatarak, Rus kökenli sistemler olarak görüyoruz. Fakat Avrupa dâhil olmak üzere farklı kaynaklardan verilebilecek örnekler de var.

Burada yönetim ve yaklaşım faktörleri oldukça önemli. Kendi savunma sanayimizden örneklendireyim. Belirli ve özgün bir iş modeli yaratarak, T-129 Atak helikopter programını başarıya ulaştırdık. Oldukça önemli bir miktar helikopter envantere girdi. Bir miktar daha üretilecek. Ayrıca gelecekte ortaya çıkacak daha gelişmiş versiyonlar hususunda da oldukça ümit varız. Kazandığımız altyapı ve yetenekleri kullanarak özgün bir helikopter de geliştirmeyi başardık. TAI T-625 Gökbey. Bu açıdan bakıldığında projenin gerçek anlamda başarılı olduğunu söyleyebiliriz.

Fakat aynı özgün ve Türk tipi savunma sanayi yaklaşımıyla geliştirdiğimiz Altay AMT projesinde ise tam bir fiyasko yaşadık. Büyük ihtimalle de birçok bağlantılı tartışma yaşamaya devam edeceğiz. Bunun sebeplerini nerede aramamız gerektiğini biliyorsunuz. Bu nedenle detaya girmeye gerek görmemekteyim. Fakat bozulan / kayan algımızın ve anlayışımızın, gelecekteki kapsamlı savunma sanayi projelerimizi de tehdit ettiğini vurgulamak isterim. Bu durum ülkemizin maruz kaldığı örtülü ambargolarla birleştiğinde, hava kuvvetlerimiz açısından yerli projelerimizdeki olası gecikmeleri, normalin üstünde hatta kabul edilemez risk faktörleri olarak karşımıza koymaktadır.

UÇAKLARIMIZIN KONDİSYONU HAKKINDA

Ayrıca itiraf etmek ve hazmetmek zor olsa da bir gerçeğin farkına varmamız gerektiği kanaatindeyim. Elimizdeki F-16 filosunun kondisyonu hiç de parlak değil. Bu uçakları birçok ülkeden çok çok daha yoğun kullandık. Gerçek anlamda yıprattık, yaşlandırdık. Bu oldukça yoğun kullanım sürecimiz halen de devam etmekte. İlk alınan Blok 30 serisi tayyarelerin durumu malum. Bunlar CCIP modernizasyonuna da sokulmadı. Yapısal tadilatlar görmüş olsa bile bu uçakların ileride Özgür modernizasyonu kapsamında kalıp kalmayacakları da ciddi bir soru işareti barındırıyor. Ayrıca gövdenin durumu dışında kalan faktörler de var. Örneğin motor. Elimizdeki tayyarelerin motorları da oldukça yıpranmış durumda. Bildiğiniz gibi eskiyen teknik araçlar daima çok daha fazla dikkat istediği gibi, çok daha fazla hata oranı vermeye de müsait hale geliyor.

Uçaklarını bizim kadar çok ve sık uçuran, bunu da bizimki kadar düşük kaza/kırım oranlarıyla gerçekleştirmeyi başaran pek az hava kuvvetleri vardır. Bunda yetenekli ve özverili teknisyenlerimizin, yer destek ekiplerimizin büyük payı var. Fakat elbette bu yoğun kullanımın bir bedeli olmuştur. Gelecekteki tayyarelerimizde de olacaktır. Bu nedenle sadece envanter sayısına bakmak veyahut uçakların yaşını diğer ülkelerle aynı kapsamda kıyaslamak çok gerçekçi olmayacaktır. Bu nedenle kaza/kırım geçiren tayyarelerin yerine koymak amacıyla aldığımız son parti teslimatlar dışında kalan uçaklarımızın, kapsamlı bir modernizasyon programına sokulsa bile, adet olarak diğer ülkelerin modernize edebileceği orandan daha düşük elverişlilik sunacağını düşünüyorum. Örneğin X bir ülke elindeki 100 F-16’nın 60’ını rantabl görüp modernizasyona sokabilirken, bizde bu oranın (bebek gibi itinayla bakılıp gözetilmiş olsalar da) 40 civarında kalacağını düşünüyorum.

SONUÇ OLARAK

İşte bu nedenlerle tüm yerli ve milli savunma ve havacılık sanayi oluşturma çabalarımıza rağmen, bu projelerimizi bozmadan ya da hızını kesmeden, ayrıca yabancı ortaklı bir savaş uçağı programı yürütmenin gerekli olduğu kanaatine ulaşmış bulunuyorum. Bu hususta tek bir seçeneğimiz yok, birden fazla alternatifimiz var. Bu yazı dizisin de söz konusu aternatifleri inceleyeceğim. Gelecek bölümde İsveçli Saab Gripen E/F tayyaresi hakkındaki fikirlerimi bulacaksınız. Umarım bu yolculuktan benim kadar zevk alırsınız. Görüşmek ümidiyle…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yeni Tip Savaş Uçağı Program Önerilerine Veda

Bildiğiniz üzere bloğumda bir süredir hava kuvvetlerimiz için alternatif savaş uçakları konusunu işliyordum. Bu hususta epey makale konu...